Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“Teğet geçen, birbirine değmeyen insanlar bir şekilde bir araya gelse ne olurdu?”

Hayat çoğu zaman birbirine teğet geçen anlardan ve fark edilmeyen hikâyelerden ibaret. Pelin Esmer’in yeni filmi ‘O Da Bir Şey Mi? filmi de tam olarak bunu yakalıyor. İstanbul Film Festivali’nden Adana Altın Koza’ya uzanan yolculuğunda sekiz ödülle taçlanan ‘O Da Bir Şey Mi?’ filmi vizyonda. Pelin Esmer’le, filmin doğuşunu, karakterlerini ve bu yolculukta kazandığı ödülleri konuştuk. Röportajımızı okuduktan sonra filme gitmenizi öneririm. Çünkü insanların yaşamlarından, gözden kaçan ayrıntılardan ve sessiz duygulardan beslenen film, izleyiciyi kendi hayatını ve biricik anlarını düşünmeye, kendi dünyasına ve duygularına bakmaya davet ediyor.

Pelin Hanım, İstanbul Film Festivali’nin ardından Adana Altın Koza’da aldığınız ödülleriniz için tebrikler. Adana Altın Koza Film Festivali’nin galibi siz oldunuz. Festivalden sekiz ödülle döndünüz. Böylesi bir ödüllendirilmeyi bekliyor muydunuz? Neler hissettiniz ve sizin için anlamı nedir?

Çok teşekkürler. Bu kadar farklı bölümlerden aynı anda ödül beklemiyordum açıkçası. Ana jüri, seyirci, sinema yazarları, yönetmenler derneğinin aynı anda bir film üzerinde hemfikir olması her zaman nasip olmaz. Hayata başka yerlerden bakan, sinemayı farklı deneyimleyen farklı kesimlere hitap eden bir film olduğunu düşündürdü bu bana; heyecan verici.

img-20250927-wa0003.jpg

“Şu meşhur “sıkıcı festival filmi” önyargısı ne zaman kırılacak…”

Özellikle iki ödül; En İyi Film ve Adana İzleyici Ödülü’nü aynı anda almak bence çok şey ifade ediyor. İki kategoride aynı anda ödüllendirilmek hem jüri, sinema camiası filmi beğeniyor üstelik seyircide de aynı karşılığı buluyor. Umarım gişeye de yansır bu durum. Sizin yorumunuz ne olur?

Ben de en çok buna sevindim. Şu meşhur “sıkıcı festival filmi” önyargısı ne zaman kırılacak diye bekliyordum, buna kısmetmiş, çok sevindim. (Ayrıca sıkılmak da o kadar korkulacak bir şey değil, sıkılınca neler neler yapıyor insan.) Daha önce sanırım İşe Yarar Bir Şey’de, hatta 11’e 10 Kala’da epey bir izleyiciden şuna benzer serzenişler duymuştum: “Ya kim dedi bu filme festival filmi diye, hiç de sıkıcı değilmiş!” Bir ara posterlere ödülleri koymaya çekinir olmuştuk, şimdi kocaman bir seyirci ödülü logosu koyduk. Adana seyircisine, önce filme girmek için izdiham yarattıkları için, sonra da filme dair hislerini ödülle taçlandırdıkları için çok teşekkürler. Vizyonda bunun olumlu etkisini bekliyoruz. Umutluyum, bakalım.

“Sinema yapmak hem çok büyük direnç istiyor hem de direnmek için çok güç veriyor”

Adana Altın Koza biraz buruk da geçen bir festival oldu, çünkü Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın yokluğunda gerçekleşti. Ödülünüzü Zeydan Karalar’a armağan ettiniz. Konuşmanızda “Umudumuzu alamadılar” dediniz. Umudunuzu nasıl ayakta tutuyorsunuz? Sinema bu konuda en iyi ilacınız diyebilir miyiz?

En büyük güç kaynağım. Sinema yapmak hem çok büyük direnç istiyor hem de direnmek için çok güç veriyor. Yoksa bugün içine düştüğümüz tuhaf ve ağır durumla, neredeyse her saat bir yenisi eklenen adaletsizliklerle başka türlü baş edemezdim. İçinizde biriken birçok soru, öfke, keder, coşku, melankoli, umut, karamsarlık… Hepsi bir şekilde filminize sızıp hiç tanımadığınız insanlara ulaşıyor; onlar da ona tepki veriyor. Çok kıymetli bir iletişim bu. Direnme gücü veren, yaratmaya, üretmeye devam etme ihtiyacı uyandıran bir durum. “Yazmasam delirirdim” cümlesini biraz abartılı bulurdum ama artık çok gerçekçi buluyorum.

“Hikâyenin kendisinden çok, onun nasıl anlatıldığıyla ilgilendim hep”

Filmin çıkış noktası ne oldu, hangi duygular ve fikir size böyle bir senaryoyu yazdırdı ve filme dönüştürme sürecini başlattı?
Hikâye anlatmanın ve hikâye dinlemenin vazgeçilmezliğinin arkasında neler olduğunu merak etmemle başladı. Hikâyenin kendisinden çok, onun nasıl anlatıldığıyla ilgilendim hep — gündelik hayatta da seyirci olarak da yönetmen olarak da. Aslında şu dünya üstünde hepi topu 5-6 hikâye var; sınırlı yani. Ama o 5-6 hikâyeyi anlatma biçimi çok sınırsız. Sürekli kurgudayız yani. Bu sürekli kurgulama hâli bizi ve bizi dinleyenleri nasıl biçimlendiriyor, o süreçte neler oluyor gibi sorular beni yavaş yavaş bu filme taşıdı. Yazmaya başlamama sebepse Tallinn’de bir barda gördüğüm küçük bir servis penceresi ve oradan gece boyu bar tezgâhına bardakları servis eden, yüzünü hiç görmediğim bir kadının koluydu. Ve sonra olaylar gelişti.

o-da-bir-sey-mi-afis.jpg

“Anlatmaya ve anlamaya iştahım neyse ki bitmiyor”

Aliye karakterinde kendi gençliğimi buldum; hikâyelerle yaşayarak başlıyor insan hayatına ve o perdenin ardında neler yaşayacağını düşlüyor. Yaş alınca, yıllar geçince Levent karakterine dönüşüyor ve yorulmuş oluyor. Siz, kendi hikâyesinin peşinden koşan genç kadın Aliye’den yorulan Levent’in hikâyesinin arasında, filmin yaratıcısı olarak kendinizi nasıl konumlandırırsınız?

İkisinin tam ortasındayım; bazen Aliye çekiyor kendi tarafına, bazen Levent. Ama merak, ikisini birleştiren en belirgin ortak yön; o yüzden ikisine de çok yakın hissediyorum. Anlatmaya ve anlamaya iştahım neyse ki bitmiyor — bazen Aliye’ce, bazen Levent’çe. Farklı yaşamlar, deneyimler, geçmişler, farklı dillere sahip olmamıza sebep oluyor haliyle; ama özünde değişmeyen şeylerin buluştuğu bir yerlerde ikisiyle de buluşuyorum.

“Elleri dert görmesin, yattıkları yer cennet olsun”

Aliye başkalarının filmlerinde teselli arıyor. Siz kimlerin filmlerinde — ayrıca kendi filmlerinizde — teselli aradınız mı?

Karanlık bir insanlık durumunu anlamaya çalışırken Aki Kaurismäki’nin karanlığın içinden sızan mizahı bana büyük teselli, mesela. Abbas Kiarostami’nin yaralara merhem şairaneliği ayrı. Melankolinin çekiciliğine kapıldığımda Kieslowski’de teselli bulmuşumdur. “Ya hep aynı filmi çekersem?” kaygısına düştüğümde ise imdadıma hep Jim Jarmusch yetişti; her filminden bambaşka duygularla çıkmamı, düşünmemi sağlayarak, sinemaya inancımı taze tutmama yardımcı olarak. Elleri dert görmesin, yattıkları yer cennet olsun.

“Hikâyelerini nasıl anlattıklarıyla ve bundan vazgeçmeyişleriyle ilgilendim”

Efes Oteli kendi içinde farklı insanlardan hayatlar barındırıyor. Efes Oteli’nin sizde bir hikâyesi var mı? Otellerde, anlık da olsa, insanlar tanıyıp hikâyelerini dinler misiniz? Oteldeki müşterilerin kendi hayatlarından anekdot anlatımları çok etkileyiciydi; ama tadı damağımızda kalıyor ve hikâyeleri ilginç olabilecekken yarım kalıyor. Bu bir tercih miydi, neden?

Çünkü aslında bu filmde onların hikâyelerinden çok, hikâyelerini nasıl anlattıklarıyla ve bundan vazgeçmeyişleriyle ilgilendim. O da bir şey mi; hepsinin hikâyesinin birleşimi bir yandan, bizzat hikâye anlatmanın kendisine odaklandığı için. Yarım kalıyor gibi geliyor, çünkü aslında hiçbir zaman tamamlanmıyor o hikâyeler — yaşadıkça kurgulamaya devam ediyoruz. Bana gelince, tabii ki dinliyorum; hep. Sadece otellerde değil, kendilerini dinlediğimin farkında olmayan bir sürü insanı da dinliyorum.

o-da-bir-sey-mi-3.jpeg

Aslında birbirimize teğet geçen hayatlar içinde yaşıyoruz; tesadüf buluşmalar, denk gelmeler kalıcılık barındırmıyor ya da tercihimiz olmuyor. Herkesin hikâyesi biricik ama aslında değil. Bu film bu düşünceler içine de itti beni, ne dersiniz?

Teğet geçen, birbirine değmeyen insanlar bir şekilde bir araya gelse ne olurdu — onlara ve biz, onları izleyenlere? Bu soru neredeyse tüm filmlerimde beni yola koyan unsurlardan biri. “Velev ki...” diye diye hayal kurarak gerçeği yeniden ve yeniden kurmak, bu hayal edilenle hayatın tam da içine sızmak bence sanatın alametifarikası. Biriciklik konusuna gelirsek, bir ömür tüketiyoruz biricik olabilmenin peşinde. Dediğiniz gibi hem öyleyiz hem de hiç değiliz. Tarih boyu tekrar tekrar yaşanan 5-6 hikâyenin farklı cisimlerdeki karakterleriyiz. Bu hem çok rahatlatıcı bir his hem de kabullenmesi zor bir duygu. Hikâyenin kendisinde ya da dram derecesinde değil de o asırlardır süregelen aynı hikâyelerin patronunu çıkarıp kendimize göre biçip dikmekte biriciklik.

“İşe Yarar Bir Şey” bulmaya çalışırken ve ararken, “O Da Bir Şey Mi?” diyerek soru sorduran bu filminizin içinde kaldık. Filmin adı neden O Da Bir Şey Mi?

Süregeleni, değişmeyecek olanı düşündürdüğü için biraz. Biraz da şu ezelî dram yarışımızdan. Bahsettiğiniz biriciklik arayışımızın hüzünlü bir dışavurumu benim için “O da bir şey mi” lafı.

“Sadece kast ajanslarını değil, konservatuvar öğrencilerini de taradık”

Aliye karakterini oynayan Merve Asya Özgür adeta parlıyor, nitekim ödüllendirildi. Oyuncu kadrosunu nasıl belirlediniz? Seçimleriniz nasıl oluyor? (Her oyuncu sizin filminizde oynamak ister.)

Aliye karakteri için en doğru oyuncuyu çok aradık. Merve’yle tanıştığımda içimden “Evet, Aliye o” dedim; hemen dile getiremesem de. Bakışıyla, ifadesiyle, kendini hem dili hem bedeniyle ifade etme gücüyle, en çok da yaşama iştahı ve merakıyla beni ikna etti Merve. Çok mutluyum onunla çalıştığım için. Kast direktörümüz Erengül Öztürk’le sabırla, yılmadan aradık ve çalıştık. Sadece kast ajanslarını değil, konservatuvar öğrencilerini de taradık; tanıtım videoları istedik, deneme çekimleri yaptık, sergiledikleri oyunlarını izledik, adaylarla uzun sohbetler ettik — her zamanki gibi yani. Kendisi de bir oyuncu olan Erengül’ün auditionlarda Merve’ye verdiği destek de çok önemliydi.

o-da-bir-sey-mi-2.jpg

“Biraz koronaya, biraz da memleket meselelerine bağlayabiliriz”

Çok uzun bir aranın ardından bu film geldi. Neden bu kadar uzun ara verdiniz?

Bu aranın bu kadar uzun olduğunu siz sorunca hatırlayıp irkiliyorum aslında. Beni de üzdü bu kadar ara ama biraz koronaya, biraz da memleket meselelerine bağlayabiliriz. Yazmak için de mekânları dolaşmak için de para bulmak için de çok zor bir dönemdi korona ve sonrası. Her açıdan. Ülke genelinde yaşanan politik ve ekonomik durumlardan etkilenmemek mümkün mü? Üstelik böylesine bir karanlık gerçeğin içinde hayal kurup sinema yapmaya kalkışıyorsunuz. Önce kendinizi, sonra etrafınızı bunun da elzem olduğuna ikna etmek bazen zaman alıyor. Bir de bu film, diğer filmlerime göre biraz daha büyük bir prodüksiyon olduğu için parayı denkleştirmek bir hayli zaman aldı. Senaryonun içime sinmesi de tabii; sabırla bekledim “evet, bu” diyene kadar.

“Bu heves bitene kadar devam”

Pelin Esmer’in sinema yolculuğu ustalık döneminde diyebilir miyiz ve olmazsa olmaz sinemasına dair çizgileri neler?

Ustalık yorumunu sizlere bırakayım. Epey uzun süredir sinema yapıyorum; kendi dilediğim, inandığım, hayal ettiğim şekilde, başkalarını memnun etmek için değil, hayal ettiklerimi, anlatmak istediklerimi, sorularımı merak edenlerle paylaşabilmek için sinema yapıyorum. Olmazsa olmazlarım böyle devam eder diye düşünüyorum. Her filme, kendime, hayata, insana, sinemaya, sanata, anlatım diline dair yeni bir şeyler keşfetmek arzusuyla girişiyorum; bu heves bitene kadar da devam.

o-da-bir-sey-mi-2-kopyasi.jpg

“İzlesinler, kendi dünyalarından yorumlasınlar diye sabırsızlıkla bekliyorum”

‘O Da Bir Şey Mi?’ vizyonda. Bu filmi neden izlesinler sorusuna filmin yaratıcısı olarak siz bir şeyler söyleyin istiyorum. Çünkü bu film, hayattan kopuk bir kesit gibi ama bir o kadar da hayatın içinden bir kesit…

Adana izleyicisi filmi önce gösterimde sinema kapısında izdihamla, sonra da oylarıyla taçlandırdı; vardır bir söylemek istedikleri. Bu filmin, izleyenlere o pek imkânsız görünen biriciklik meselemize dair bir ipucu verebileceğini, sorgulatacağını seziyorum. Gerçekle gerçek olmayanın birbirinin içinde eriyip gittiği bir dünya kurmaya çalıştım bu filmde. İzlesinler, kendi dünyalarından yorumlasınlar diye sabırsızlıkla bekliyorum.

dscf0184.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi