Esin Sungur
Usul usul Kastamonu
Bazı kentler gerçekten de çok şanslı… Kastamonu, bunların en başında gelenlerden. Neden derseniz; tarihten bu yana gelen hem fiziken hem de manen İstanbul’a yakın olma özelliği – Candaroğulları Beyliği zamanında Osmanlı’ya destek vermesiyle iyice gelişen bir bağ bu- aynı zamanda Karadeniz’in kilometrelerce devam eden plajlarından kış turizminin yapıldığı Ilgaz Dağları’nın doruklarına, müthiş bir trekking deneyimi sunan Valla gibi kanyonlardan “yavaş şehir” ünvanlı Daday’ın bölgenin tımarlı sipahi geleneğini sürdüren at çiftliklerine ve Taşköprü’nün pek az bilinen antik Roma kenti Pompeiopolis’e, bu coğrafyada yok, yok…

Taşköprü Belediyesi ile Kastamonu ve çevresinin doğal, kültürel ve tarihsel mirasına sahip çıkarak bölgenin sürdürülebilir gelişimine katkıda bulunmayı amaçlayan Dünya Mirası Kastamonu İnisiyatifi Derneği (DMKİ) işte tam da bu noktada; Taşköprü Zımbılltepe’deki Pompeiopolis Antik Kenti’nden aldıkları ilhamla, önümüzdeki dönemde bir müzik ve tiyatro festivalini hayata geçirme çabası içindeler. Antik kent henüz kazı çalışmalarının başlarında, kamunun da özel sektörün de desteği çok kıymetli olacaktır zira Batı Karadeniz’de Roma döneminden kentler çok nadir ve kazılıp bittiğinde inanılmaz bir kentin ortaya çıkacağı şimdiden belli… Başa dönersek; DMKİ ve Taşköprü Belediyesi’nin festivale dair çabaları meyve vermeye başlamış; son gittiğimizde kariyerine Londra’da devam eden Taşköprülü soprano Oya Ergün’ü kendi memleketinde ilk defa dinleme fırsatı bulduk. Taşköprü’deki çok iyi akustiği olan Kültür Merkezi sahnesinde sunulan dinletide Sepetçioğlu’ndan yine Taşköprülü besteci Erol Sayan’ın besteci-orkestra şefi Oğuzhan Balcı tarafından orkestrasyonu yapılmış “Kalbe Dolan O ilk Bakış” eserine, C.W. Gluck’un Paride ed Elena operasının “O del mio dolce ardor“ aryasından “O Sole Mio”a uzanan bir programı Oya Hanım’ın su gibi berrak sesinden dinlemek, ailesinin de desteğiyle daha çocukluğundan müziğe nasıl gönül verdiğinin hikayesini öğrenmek büyük keyif oldu. Tabii Taşköprü Kent Tarihi Müzesi’ni anmadan asla geçemem; binasıyla, sergileme tekniğiyle mükemmel bir kent tarihi müzesi ve Anadolu’da herkese örnek olacak nitelikte. Akşamında İksir Resort Town’da Aydın Demir şefin sunduğu, tümü Kastamonu ürünleri ile yapılmış bir tadım menüsü tatmak, tam mevsimindeki çeşit çeşit mantarın tadına baktıktan sonra konağın çatı katındaki odamda, tavan penceresinden dolunayı izleyerek uyumak, paha biçilmezdi…

DÜNYA MİRASI ANADOLU’DA
Pompeiopolis müzik ve tiyatro etkinliği kapsamında Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Kasaba Köyü Mahmutbey Camii’ni de bir kez daha ziyaret etme fırsatı buldum. Önceki gelişimde Dünya Mirası Listesine adaydı, artık listenin asıl üyesi. Camii, ülkemizin 26 “citta slow” ünvanlı yöresinden biri olan Daday’a çok yakın ve buradaki ahali hiç çivi kullanılmadan yapılmış olması sebebiyle camii için “çivisiz” ifadesini kullanıyor. Candaroğulları Beyliği Dönemi’nde 1366 yılında inşa edilen yapının dış duvarları moloz taştan inşa edilmiş, iç mekânı ise tamamen ahşap. İç mekâna yayılan ahşap üzerine kalem işi tekniğiyle yapılan kiremit kırmızısı, kahverengi ve sarı tonlarının hâkim olduğu süslemeleri dikkat çekiyor.
2023 yılında, ülkemizin ilk seri başvurusu olarak Afyonkarahisar Ulu Cami, Ankara Ahi Şerefeddin (Arslanhane) Cami, Eskişehir Sivrihisar Ulu Cami ve Konya Beyşehir Eşrefoğlu Cami ile; “Anadolu’nun Ortaçağ Dönemi Ahşap Direkli ve Kirişli Camileri” adıyla UNESCO Dünya Miras Listesi’nde tescil edilen Mahmutbey Camii’nin en önemli öğelerinden biri de Ankaralı Nakkaş Mahmutoğlu Abdullah tarafından oyma sanatıyla yapılmış ahşap giriş kapısı. Türkiye’de çok az örneği bulunan kapı Kastamonu Etnografya Müzesi’nde koruma altında ama orijinal kapının yerindeki kapısını da, Kastamonu’nun ahşap oymacılık ustalarından Hikmet Değirmencioğlu yapmış. Anadolu’da hiçliğin ortasında, ıssız, sessiz bir köyde bir anda karşınızda Unesco Dünya Mirası Listesi’ne ait bir eserle karşılaşmak gerçekten büyük bir sürpriz. Camii’nin hemen girişinde kurulan standlarda Kasaba köyünün kadınları benim çok sevdiğim yörenin koyu renkli, dolgun lezzetli cevizlerini, sarı yazmalarını, Kastamonu işi baskılı masa örtülerini, tarhanalarını ve birçok taze ürünü satışa sunuyorlar. Hem sohbete hem alışverişe kesinlikle uğramalısınız. Korunup kollanmış tek bir tarihi eserin bile bir köyün sosyolojisi, ekonomisi için ne denli önemli olduğunun kanıtı gibi, Mahmutbey Camii.

Çok kez gittiğim ve her defasında tevazu sahibi orta yaşta bir hanımefendinin zarif evinde, billur bardaklarda çay servisiyle ağırlanıyormuşum duygusuna kapıldığım Kastamonu, hakikaten de kendini hemen öylece ele veren yerlerden değil. Her defasında biraz daha gönlünü açıyor sanki. Bu defaki sürprizlerden bir de 400 senelik Balabanağa Konağı ve Çiftliği oldu. Cennet gibi bir bahçesi, gürül gürül akan buz gibi suları bir yana, içinde hala Oğuzbalaban ailesinin yaşamı devam ettirdiği o güzelim konak! Bir yandan siyez ve üryani eriği gibi Kastamonu’nun önde gelen tarım ürünlerini yetiştiriyorlar, bir yandan da konağı yaşatmaya devam ediyorlar. Ziyaret ettiğimiz, vitraylı bir kabul salonu da bulunan bu yapı, selamlık kısmı. Ailenin anlattığına göre ana konak önceki yıllarda yanmış. Sağlam olan selamlık yapısı da gerçek bir mücevher… Ahşap merdivenlerden çıktığımızda pencerelerin önünü çepeçevre saran sedirlere attık kendimizi. Şimdi unuttuğum bir duygu içimi kaplıyor, tanıdık olsa da adını koymak güç; sessizliğe karışan usul usul tahta gıcırtıları, rüzgarın pencereye çarptığı dalın tıkırtısı, geçmişin açık camlardan içeri dolan taptaze havayla hemhal olmuş mis kokusu…

Daday’dan Taşköprü’ye Kastamonu’yu doğasıyla, gastronomisiyle, tarihi konakları, at çiftlikleri ve antik kentleriyle adeta yeniden tanıdım, özlediğim bir ortamı Kastamonu’da buldum. İlerleyen yıllarda Taşköprü’de Pompeiopolis Müzik ve Tiyatro Festivali’nin en sık takipçilerinden olacağımı şimdiden ilan ediyor ve bu çabada elbirliği ile çalışan, emeği geçen tüm kişi ve kurumları tebrik ediyorum.