VİZE MUAFİYETİ VE SAHTEKARLIK

Uğur ERGAN

AKP ve MHP’nin ısrarla sürdürmek istediği ucube sistem, ülkeyi öyle bir hale getirdi ki, insan hangi konuyu yazacağını şaşırıyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve yanında taşıdığı partili yönetim kadrosunun, Kolombiya’da İsrail karşıtı eylem planını imzalamayarak (CHP Milletvekili Emekli Büyükelçi Namık Tan’ın konuyu ortaya çıkarmasından sonra, gelen eleştirilerin ardından gecikmeli de olsa imzalanmak zorunda kalındı), AKP’nin güya en hassas olduğu Gazze konusunda Türkiye’yi nasıl aciz duruma düşürdüklerinin tartışılması soğumadan, ülke bu defa kendisini “sahtekarlık batağı”nda buldu.

Öyle böyle değil, sahtekarlık dört bir yanımızı sarmış.

Sahte diplomalar, devletin güvenliğine emanet edilmiş evraklarda sahtecilik, sahte evraklarla usulsüz atamalar, sahte vatandaşlık belgeleri, hayali çıraklarla devleti dolandırma…

Aklınıza ne gelirse, ortalığa saçılmış vaziyette.

Bu kadar sahtekarlığın devlet içinden destek alınmadan yapılması mümkün değil ve biz bunları sözüm ona “3 Y” yani yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edecekleri sözünü vererek iktidara gelen AKP döneminde yaşıyoruz.

Hani hemen her gün “Artık Kapıkule’den öteye gidemiyoruz, bitsin artık Schengen vizesi çilesi, nedir bu AB’den çektiğimiz” diye isyan edip duruyorsunuz ya…

İşte bu vize işkencesi, ekran başında ağzınızı açıp, hayretler içinde dinlediğiniz sahtekarlık haberleriyle doğrudan bağlantılı.

Türkiye’nin AB’den vize serbestisi alabilmesi için yerine getirmesi gereken 6 kriterden birisinin “Kamu düzeni ve güvenliği” olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Yani örgütlü suçlarla, terör ve yolsuzlukla mücadele edeceksiniz; bu suçların önlenmesi, bu kapsamda terörizmin finansmanı, insan ticareti ve siber suçlara (!) ilişkin AB müktesebatına uyum sağlayacaksanız; cezai konularda adli işbirliği yapacaksınız; kişisel verileri (!) koruyacaksınız.

“Almanya’da bile yok” diyerek çok böbürlendiğiniz “e-devlet” sisteminin siber güvenliğini sağlayamadıktan sonra daha çok vize serbestisi hayali kurur durursunuz ki, bu vize meselesine önümüzdeki yazılarda değineceğiz. Çünkü bu iş Tayyip Erdoğan’ın “AB bariyerleri artık kaldırmalı” sözleriyle ortadan kalkacak bir mesele değil.

Yazının başında işaret ettiğim Dışişleri Bakanlığı konusuna dönmek isterim.

Türkiye’nin bu güzide bakanlığı, iktidara geldikten sonra AKP’nin sürekli hedefinde.

Hem muhabir hem de yönetici olarak Türkiye’de sırasıyla merhum İsmail Cem, Şükrü Sina Gürel, merhum Yaşar Yakış, Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Feridun Sinirlioğlu (2015 seçimleri sonrası kısa süreli geçici hükümet bakanı) ve Mevlüt Çavuşoğlu dönemlerini izledim.

Emekli Büyükelçi Hakan Okçal’ın T24’de yayınlanan “Dışişleri'nin bitmeyen fethi ve Avrupa diplomasisinin pespayeliği” yazısında belirttiği gibi Dışişleri’ne AKP’nin topyekün saldırısı Ahmet Davutoğlu döneminde başladı. Buna bizzat şahit olduğum konular vardır. (Bu arada Okçal’ın yazısını okumanızı öneririm. Okçal’ın ayrıca X’teki hesabından, Üsküp’de büyükelçilik yaptığı dönemde sahte diploma haberleriyle ilgili gündeme gelen Uluslararası Balkan Üniversitesi’nin içinin nasıl boş olduğunu ve bu konuda Davutoğlu ile tartıştıklarını duyurduğunu hatırlatmakta fayda var.)

Bana göre Çavuşoğlu dönemi de Dışişleri’nde diplomasinin inceliklerinden uzak, İlber Ortaylı’nın tabiriyle kaba ve kasaba ağzının ağır bastığı bir dönemdi. Çavuşoğlu’nun özellikle yabancı meslektaşlarıyla düzenlenen ortak basın toplantılarında Erdoğan’a yaranmak ve tribünlere oynamak adına kullandığı diplomasiden uzak dil, Türk hariciyesine dönem dönem ciddi zararlar verdi.

Bundan dolayı Fidan ve ekibinin dış politikada oldukça fırtınalar yaşanan bu dönemde gemiyi batırmamak için en azından Abdullah Gül ve Ali Babacan dönemlerini örnek olarak, bakanlığı partili kadrolarla doldurmak yerine, Dışişleri’nin köklü meslek memurlarıyla çalışmaya ağırlık vermesi ülke menfaatine olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Uğur Ergan Arşivi