Bahattin Yücel
Kurultaya doğru Türkiye ve CHP
Geçtiğimiz 20.YY başlarında; İttihat ve Terakki Fırkası güçlenirken, Meclis -Meclis-i Mebusan- gurubu ile partinin merkez yönetimi -Merkez-i Umumi – arasındaki yetki tartışmalarından söz edilirdi.
Yüzyıllar boyunca tek elde toplanan, sınırsız ve sorgulanamaz yetkilerle yönetilen bir imparatorluğun son yıllarında, bu tartışmaların çözüm getiremediği ortada.
Geçtiğimiz yerel seçimlerden -büyük olasılıkla beklemedikleri ölçüde- başarılı çıkan CHP’de şu anda böyle bir tartışma kuşkusuz yok. Ancak medyaya yansıyan haberler ve görüntüler; yıllar sonra başka bir yetki alanı çekişmesinin gündeme gelebileceğini gösteriyor.
Partinin genel merkezi ile bazı büyükşehirlerin belediye başkanları arasında, yaşadığımız sorunların çözümüne ilişkin, siyasal yaşamı kökten etkileyecek bir yöntem tartışmasından söz etmiyorum. Genel seçimlerin ardından toplanan kurultayda, seçimi kaybeden Kılıçdaroğlu’nun son günlerde yayınladığı demeçler ile gerçekleştirdiği görüşmeler de hayli ilginç.
CHP yöneticilerinin; Cumhuriyet tarihinin en ağır sosyo-ekonomik bunalımını yaşayan, Türkiye’yi yönetmek yerine siyasal ilgilerini belediyeler üzerinde yoğunlaştırdıkları seziliyor.
Ankara ve İstanbul Belediye Başkanlarının yaklaşan kurultay öncesinde, gündemde oldukları bir süreç yaşanıyor. Aslında iki başkanın kurultay delegeleri üzerindeki etkileri güçlü. Geçmiş siyasal çizgileri CHP’nin gelecekte izleyeceği siyasal yörüngesinin ipuçlarını da gösteriyor.
Ancak AKP hiç de boş durmuyor. İktidarı devretmek gibi bir niyetleri de yok.
Seçim başarısının hemen ardından “erken genel seçim” kampanyası başlatmak yerine, “yumuşama” ve “uzlaşma” gibi kavramlarla yol haritasını belirlemek, ikinci parti konumuna düşen AKP’ye toparlanma olanağı verdi. İki parti arasındaki görüşmelerde yapılan protokol hataları, en azından moral üstünlüğünün AKP’ye geçmesini sağladı. İlkinde oturma düzenindeki boş koltuk, CHP’nin galibiyet coşkusunu törpüledi. İkincisinde CB forsunun parti genel merkezine çekilmesi, CHP ile AKP arasında son seçimde ortaya çıkan, birincilik olgusunu unutturdu.
Bozgun sürecini görece onarıma ayıran AKP, artık geçmiş deneyimlerinden aldığı cesaretle yeniden bir atağa hazırlanıyor diyebiliriz. Önce CHP listelerinden parlamentoya girme şansı bulan, özünde AKP’ye yakın bazı milletvekilleri ile Belediye Başkanlarının transfer haberleri ile gündeme yeniden egemen olma süreci başlatıldı.
Dış Politikada Ortadoğu, Kafkaslar ve Karadeniz çevresindeki ateş çemberinde, bozuk bir saat sarkacı gibi savrulan kararsızlığı unutturmak amaçlanıyor. Hamas’ı yücelten demeçler verilerek, Filistin’in koruyuculuğuna soyunuluyor. Ancak Abbas’ın Meclis’e davet edilmesiyle Batı’ya da mesaj verilmesi ihmal edilmedi.
Tefeci faizleri verilerek, getirilen dövizler ile bir ödeme krizi yaşanmamasına çalışılırken, bazı iş adamlarının özel gayret ve ilişkiler yardımıyla Türkiye’ye davet edildikleri gözlerden kaçmıyor.
Ancak Türkiye radikal birtakım kararlar alarak, halkın desteğini sağlamadan, AKP eliyle içine girdiğimiz ve muhalefetin seyrettiği bu ekonomik çıkmazdan kolaylıkla kurtulamaz.
CHP’ye düşen; sürekli dile getirdikleri, yolsuzluklarla yağmalanan kaynakları, inandırıcı ve objektif hukuk kurallarını çiğnemeden, hangi yöntemlerle geri alacaklarını halk ile paylaşmaktı.
Üretimi nasıl arttıracaklarını, hangi sektörlere ağırlık verileceğini açıkça ortaya koymak zorundalar.
Kayıt dışı ekonomiyi hangi reformlarla yok edeceklerini, yerel yönetimleri nasıl yapılandıracaklarını, özellikle eğitim, güvenlik ve imar konularının yerelleşmesini düşünüp düşünmediklerini seçmenleriyle paylaşmalılar.
Türkiye’nin bir İslam devleti değil, nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni mezhebine mensup Müslümanlardan oluşan, laik bir cumhuriyet olduğunu açıkça vurgulamalılar.