
Esin Sungur
Bu dünyadan bir Salgado geçti…
Geçtiğimiz Cuma günü dünya çok değerli bir insanını daha kaybetti; ünlü fotoğrafçı, doğa aktivisti Sebastião Salgado yaşama veda etti. Henüz Kasım ayında eşi ile birlikte kurdukları Instituto Terra ile ilgili kaleme aldığım yazıyı bu sayfanın okurları anımsayabilir. Bu büyük insanın vefatı nedeniyle, yazının bir özetini yeniden yayınlamamı hoş göreceklerini umuyorum. Hoşça kalın Salgado, umarım gittiğiniz yer yemyeşildir…
“(…) Salgado, Brezilyalı. Ekonomi eğitimi almasına rağmen fotoğrafa merak sarıyor ve biz takipçileri için ne mutlu ki yıllardır fotoğraf çekiyor. Ancak senelerce savaşları, maden alanlarını, kıtlıkları, göçleri çektikten sonra Ruanda’da gördüğü ve belgelediği katliamı artık ruhu kaldırmıyor, fotoğraf makinesini elinden bırakıyor. Öğrencilik yıllarında baskıcı bir rejimden kaçıp Fransa’da eşi Lélia Dluiz Wanick ile bir yaşam kuran Salgado, seneler sonra baba ocağı Minais Gerais’e gidiyor ve baba ocağındaki doğa yıkımını, korkunç ormansızlaşmayı görünce, çift Instituto Terra’yı kurmaya karar veriyorlar.
Baba ocağı deyimi burada aslında tam yerinde oldu zira sanatçının doğduğu yer olan Brezilya’nın Minais Gerais eyaleti, Rio Doce nehri havzasında, zengin maden yataklarından ötürü kıpkırmızı son derece verimli bir toprağın bulunduğu bir bölge. Zaten “Minais Gerais” genel maden alanları manasına geliyor. Ancak vahşi bir maden arama hırsıyla katledilen orman varlığı, ardından gelen erozyonla beraber Yağmur Ormanları’nın dünyada en büyük kayıpları verdiği yerlerden. Salgado ve Wanick’in Brezilya Atlantik Yağmur Ormanları’nda 1998 yılında kurdukları Instituto Terra işte böyle bir yerde doğayı yeniden hayata döndürmek üzere, 608 hektarlık Bulcão Çiftliği Özel Doğal Miras Rezervi olarak tanımlanan alanın yeniden ağaçlandırılması hedefiyle faaliyete geçiyor. Aradan geçen 25 yılın sonunda ekosistem restorasyonu, çevre eğitimi ve sürdürülebilir kırsal kalkınma konularında küresel bir referans haline gelmiş durumda. İlk ağaçlandırma 1999 yılında yapılıyor ve o günden bu yana bölgeye 3 milyon civarında ağaç dikilmiş durumda.
Instituto Terra’nın diktiği milyonlarca ağacın seçim ve dikim süreci de dikkate değer özellikler barındırıyor. Öncelikle çiftliğe en fazla 200 kilometre mesafede yetişen ağaçlardan tohumlar toplanmış, tasnif edilmiş ve fideleştirme çalışmaları yapılmış. 25 yıllık insanüstü bir azmin hikayesi bununla da sınırlı değil. Ormanın geri gelmesiyle beraber, su havzası da canlılığını geri kazanıyor. Rio Doce nehri civarında tam iki bin dere, ormana ve civar köylere, tarıma su sağlamaya başlıyor. Altısı nesli tükenmekte olan 172 kuş türü, 33 farklı memeli hayvan ormanlarda görülmeye, yaşamaya başlıyor.
Rio Doce Vadisi’nde yaşayan binlerde çiftçi de kendi topraklarında küçük birer orman oluşturma çabası içine girmişler. Enstitünün yardımıyla yamaçlardaki topraklarını 10 yıldır ağaçlandıran bir çiftçi, arazisindeki cılız derenin su tutmaya başladığını görünce işe dört elle sarılmış, mesela. Bugün, hem ailesinin ihtiyacı olan sebze bahçesini hem de bin tane kahve bitkisini sulamaya yetecek su kaynağı var. Bu da, bölge insanının tarım gelirlerinin artması, tarıma devam etmeleri, yerlerinde kalmaları ve göç etmeden üretmeye devam etmeleri anlamına geliyor. Yani ekosistemi olması gerektiği hale geri getirebildiğimiz ölçüde herkes kazançlı çıkıyor.
Son günlerde gördüğüm en ilham verici şey Instituto Terra. Keşke daha çok insan dünya çapında ünlü bir sanatçı olmasına rağmen hayatının en önemli işi olarak Instituto Terra’yı gösteren Salgado gibi yapsa ve ününü, başarısını biraz da gezegenin iyiliği için kullansa… İnsana dair umutlu olmak için daha fazla sebebimiz olurdu.”
Kadıköy’ün “Terminal”i
Marmaray ve Metrobüs’ün kesişme noktası, Fenerbahçe Stadı’na, Kadıköy’e ve Bağdat Caddesi’ne ulaşımın ilk adımı olan Söğütlüçeşme istasyonu İstanbulluların ve özellikle de Anadolu yakalıların can damarlarından. Bu noktadan gelip geçmeyen de yoktur diye düşünüyorum. Son on yıldır tren raylarının altında kalan devasa alan bütünüyle kaderine terk edilmiş, trenden, otobüsten inen insanlar hele de hafif yağmurlu, karanlık bir kış akşamıysa, buradan tek başına geçmekten korkar hale gelmişti. Zaten sonunda da etrafını tamamen kapattılar. Bu kadar merkezi, bu kadar ulaşım noktalarının kesişim noktası olan ve böylesine büyük bir alan neden bunca yıl böylesine kaderine terk edilmişti?
Son birkaç aydır gelip geçerken hummalı bir faaliyet dikkatimizi çekti, eli kulağında; bir şeyler açılacak diye beklerken, karşımıza birkaç hafta önce Terminal Kadıköy çıktı. Sonunda gezme fırsatı buldum. Önce beğendiğim şeyi söyleyeyim; artık Söğütlüçeşme’den gelip geçerken kimse korkmayacak. Işıl ışıl, yeni bir merkez Terminal. Adı da bu mekana çok uygun olmuş. İçinde onlarca restoran, kafe, büfe, meyhane, bar olan ama ne bir food court, ne bir AVM olmayan bir yer. Biraz Avrupa’nın kendi açık, üstü kapalı pazar yerlerini andırıyor ama şimdilik onlar kadar “olduğu gibi” değil, biraz daha “yapma”. Kapısı filan da olmayan açık food court alanındaki dev ekranlar sayesinde, Fenerbahçe’nin maç günlerinde buranın nasıl dolup taşacağını düşünemiyorum bile. Her ne kadar kentin göbeğinde böyle bir stadın olmasına akıl sır erdiremesem de Kadıköy’ün karakteri de bu…
Terminal’de hem yerli hem yabancı işletmeler var. Kahve zincirleri de var, Kore lokantası da, meyhane de. Daha bazı dükkanlar boştu, bu yaz tam manasıyla mekanı anlarız diye tahmin ediyorum. Diğer yandan Kadıköylülerin; “Burası bunca yıl neden atıl bırakıldı? Neredeyse bu ticari işletme ile kurtuldu diye sevinelim diye mahsus yapıldı diyeceğiz” şeklinde haklı soru ve eleştirileri var. Bu kadar merkezi ve kıymetli kamusal alanların senelerce kaderine terk edilmesi her ne yatırım gerekirse gereksin, akıl alacak bir şey değil. Geçtiğimiz onlarca yıl mezbelelik olacağına, mesela içinde birkaç büfenin olduğu tamamen yeşil bir park alanı olarak değerlendirilebilirdi. Şimdi tamamen ticari bir alan olması eleştiriliyor. Yine de kentin başka noktalarında gördüğümüz gibi; sahile inip yürümek isteseniz bile denize ulaşmak için X-ray’lerden geçmenizi gerektiren sakil bir uygulama olmaması, içinde dolaşıp sağa sola bakıp, yaz vakti çimenlerde oturarak da vakit geçirebilecek olmak güzel. Semtin ve kentin halkı burada ister para harcar ister harcamaz; kimseyi dışlayan bir yaklaşımı olmamalı Terminal’in.
Henüz herhangi bir lokantada oturma fırsatım olması ancak sık gelip geçtiğim bir nokta olduğu için, buradan deneyimleri aktarmaya devam edeceğim.