Sevgin Akış Roney
Buz ve Ateş Adası İzlanda (2)
Viking kökenli bir halk olan İzlandalılar, efsanelerine ve geleneklerine içtenlikle bağlı ve aynı zamanda son derece açık görüşlü insanlar. Dolayısıyla İzlanda sadece görkemli coğrafyasıyla değil uzun zamandır cinsiyet eşitliğinde lider olarak dikkat çeken bir ülke. Parlamentodaki kadın milletvekillerinin sayısının nerdeyse erkeklerinkiyle eşit olduğu İzlanda’da, 1970’lerdeki “Kırmızı Çoraplılar” hareketi, ülkede kadın haklarının yükselişinde önemli bir rol oynamış.
Yazıma devam etmeden önce Taht Oyunları (Game of Thrones) dizisinin meraklılarına da bir not düşmem gerek. Evet, dizinin hepsi değil ama kimi bölümleri İzlanda’da çekilmiş. İzlanda’da benim rotamda olan yerlerden Mývatn Gölü, Dimmuborgir, Thingvellir ve Vatnajökull Milli Parkları ve Vik’in yakınındaki Reynisfjara bu ünlü diziye ev sahipliği yapmış!

DÜNYANIN EN ESKİ PARLAMENTOSU
Grönland’dan Reykjavik’e döndükten sonra ilk olarak yaklaşık 50 kilometrelik bir uzaklıkta yer alan Thingvellir (orijinali þingvellir) Milli Parkı’na gittik. “Meclis Ovası” anlamına gelen Thingvellir, İzlanda tarihinde önemli bir yere sahipmiş. Dünyanın en eski parlamentosunun doğum yeri (MS 930) olan bölgede yaklaşık 900 yıl boyunca her yıl yönetim toplantıları yapılmış. UNESCO Dünya Mirası listesindeki park, jeolojik olarak da önemli bir konuma sahip. Çünkü Kuzey Amerika ve Avrupa tektonik levhalarının birleştiği bir rift vadisinde yer alıyor. Değişik treking rotalarının bulunduğu parkta biz de yürüyüş yaptık.

Haukadalur Vadisi gayzerleri ve kaplıcalarıyla ünlü başka bir termal alan. Burada uyuyan ve halen aktif olan irili ufaklı gayzerler ve kaplıcalar var. Turistlerin gözdesi, her beş-on dakikada bir kaynar su ve buhar fışkırtan Strokkur Gayzeri. Sular 15-20 bazen de 40 metreye kadar yükseliyormuş. Yellowstone Milli Parkı’ndaki “Old Faithfull” gayzerinin ortalama 31-43 metreye ulaşan su patlamalarını görmüş biri olarak ben kendi adıma çok etkilenmedim.
ŞELALELER ÜLKESİ
İzlanda’nın irili ufaklı 10 binden fazla şelaleye ev sahipliği yaptığını daha önce söylemiştim. Gayzer jeotermal alanından ayrılıp henüz on kilometre gitmiştik ki karşımıza başka bir doğa harikası olan Gullfoss Selalesi çıktı. Ülkenin ikinci büyük buzulu olan Langjökull’dan beslenen ve dar bir kanyona iki kademeli olarak toplam 32 (11+21) metreden dökülen buzul suyunun akarken aldığı altın renginden ötürü “Altın Şelale” olarak da biliniyormuş.

Gullfoss’tan sonra iki şelalede daha durduk. İlki, ülkenin en yüksek şelalelerinden biri olan Skógafoss idi. Genişliği 25 metre olan şelale yemyeşil bir alanda 60 metreden aşağıya dökülürken, güneşli günlerde sıklıkla ortaya çıkan gökkuşağını biz de gördük. İkincisi ise 2010 yılında patlayıp Avrupa trafiğini felç eden ünlü volkanın (!) tepesindeki minik bir buzul olan Eyjafjallajökull’dan kaynaklanan Seljalandfoss idi. En ayırt edici özelliği etrafını saran bir patika olması. Böylece şelalenin bir yanından girip, arkasından dolaşarak diğer yanından çıkmak mümkün. Çok keyifli bir deneyimdi.
SİYAH PLAJ
Geceyi Selfoss adındaki küçük bir kasabaya yakın otelimizde geçirip, ülkenin en güneyindeki bir başka küçük kasaba olan Vik’e doğru yola çıktık. İlk durağımız Reynisfjara, Vik’in hemen yanında, siyah kumları nedeniyle “Siyah Plaj” diye bilinen bir sahil. Siyah kumlar volkanik lavların okyanusla buluşunca aniden soğuyarak parçalanmasıyla çok uzun yıllar içinde oluşmuş. Sahildeki devasa bazalt sütunları gerçeküstü manzarayı tamamlıyor. Taht Oyunları dizisinin kimi sahnelerinin burada çekilmesine şaşırmadım.

Daha sonra batı istikametinde, yol boyu dağların arasından görünen buzulların şahane manzarası eşliğinde, ülkenin en büyük buzulu Vatnajökull’a doğru yolumuza devam ettik. Yer yer Taht Oyunları dizisinin çekimleri için yapılan kulübeleri gördük. Bu tür dizileri seyretmediğim için beni daha çok cezbeden yoldaki lav tarlaları oldu. İzlanda aktif yanardağlarla dolu olduğundan, ülkenin çoğu bölgesinde sönmüş lav öbekleriyle karşılaşmak mümkün. O kadar fazla lav var ki, lav tarlaları adını koymuşlar. Bu lavların üzerini kaplayan yeşil bitki örtüsünün oluşması binlerce yıl sürüyormuş. İnanılmaz, değil mi?

BÜYÜLEYİCİ MANZARA
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Vatnajökull Milli Parkı’nın büyük bir bölümü buzullarla kaplı. Yaklaşık 15 bin kilometrekarelik alanda buzulların yanı sıra dağlar, vadiler, göller ve volkanik araziler de varmış. İzlanda’nın aşağı yukarı yüzde 14’ünü kaplayan milli parkta biz sadece parktaki buzullardan birinden kopan devasa parçaların kıyıya vurduğu Jökülsárlón Buzul Lagünü’nü görebildik. Buzuldan kopan parçalar lagünden geçerek okyanusa ulaşıyor ve gel git etkisiyle kıyıya vuruyormuş. Masmavi sularda salınan buzullar ve simsiyah kumsalda elmas gibi parlayan buz parçacıklarıyla manzara gerçekten büyüleyiciydi. “Elmas Plajı” adını hakkeden bu sahilin adına pul bile basılmış. Hollywood filmlerine çekim yeri olmuş.

Geceyi yine Selfoss kasabasına yakın bir lodge’da geçirip, ertesi sabah Reykjavik’e doğru dönüşe geçtik. Yolda yerel rehberimizin bizi “ekstra” olarak getirdiği, İzlanda’nın debisi en yüksek ortalamaya sahip olan Urridafoss (d yine farklı!) şelalesini fotoğrafladık. Reykjavik’te bir süre daha dolaşıp, uluslararası bir havalimanı olan Keflavik’ten Kopenhag’a gitmek üzere havalandık. Gezdiğimiz yerleri kışın kar altında da görmek isterdim doğrusu. Kısmet!
