Dondur, her zaman olur

Geçtiğimiz hafta, Türkiye’de son yıllarda pek rastlanmayan tuhaf bir hava olayı yaşadık; 10-11-12 Nisan tarihlerinde, normal koşullarda yavaş yavaş bahara geçmemizin bekleneceği günlerde ülke çapında büyük bir soğuk dalgası oldu. İki üç gün kaloriferleri tekrar yaktık, yorganların üzerine battaniyeler aldık, kaldırdığımız kışlık kalın paltoları, atkıları, bereleri kullanmak zorunda kaldık.

Tam bahar başında bu kadar aşırı soğuklar Mart’ta olsa şaşırmazdık da, Nisan ortasındaki aşırı soğuk dalgası beklenmedik bir şeydi. Canlı türlerinin insan olanı, ani değişikliklere, krizlere anında tepki verebiliyor, doğru veya yanlış bir hareket planımız oluyor. Ama bitkiler, kadim bilgiye, yüzyıllara dayanan döngüye göre yaşayan canlılar. Beklenmeyen bu gibi ani hava olayları onları anında etkiliyor; baharı görüp açmış badem ağaçlarını, narenciye ağaçlarını, kayısıları, bağları, bahçeleri bir gecede don vuruyor.

Uzmanlar, geçen hafta ülke çapında yaşanan olayın, son yılların en büyük zirai don felaketi olduğu konusunda hemfikir. Üreticiler, çiftçiler ellerinden geldiği ölçüde bahçeleri, bağları ısıtmaya, dona karşı tedbir almaya çalıştılar, ama bu gibi manuel yöntemler belli oranda etkili olabiliyor, ürünün belki bir kısmını kurtarıyor. Gaziantep’ten Kayseri’ye, Tekirdağ’dan Niğde’ye, otuzdan fazla ilde etkili olan don felaketi gerçekten de mevcut altyapı ve anlayışla, mücadele edilmesi kolay olmayan bir olay. İleride bunun yeniden yaşanmaması için teknik öneriler, çiftçilere destek gibi konular tartışıladursun, beni en çok hayrete düşüren böylesi bir felaket yaşanırken bile iklimin insan eliyle bozulduğunu inkar eden kişiler olması... “İklim değişikliği diye bir şey yok; iklim hep değişir zaten”, “Canım ısındıysa 1 derece ısınmış, bundan bir şey olmaz, kriz çığırtkanlığını bırakın”, “Efendim iklim krizi yoktur, iklim her zaman yeni durumlara adapte olur, don da olur, doğa böyle bir şey”.

İnsan eliyle dünyayı daha kötü bir yer haline getirdiğimizi, içinde yaşadığımız tüketime, devamlı almaya, sahip olmaya dönük sistemin dünyaya zarar verdiğini ve bunu bizim; en akıllı tür olduğu söylenen insan türünün yaptığını neden kabul edemiyoruz? Kabul edersek sistemi sorgulamamız lazım ve bu da işimize mi gelmiyor?

lazim-olursa-ekstra.jpeg

KATTY PERRY ON DAKİKALIĞINA UZAYA GİTMELİ!

Dünya daha önce de ısındı, soğudu belki ama hem bunun nedeni insanların yaptıkları değildi hem de çok daha uzun sürelere yayılarak yaşanıyordu bunlar. Şimdiki durumda ise insan yapımı olan ve aşırı hızlı yaşanan ısınmanın vahim sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Neden? Çünkü her sezon yeni ayakkabı almamız, otomobilimizi devamlı yenilememiz, her mevsimde patlıcan yememiz, coinler ve yapay zeka için daha çok elektrik üretmemiz lazım. Katty Perry on dakikalığına uzaya çıkmalı mesela. Bunları yapmazsak nasıl yaşayabiliriz ki?!.. (Yeri gelmişken; birkaç kadınla on dakikalığına uzaya giden şarkıcının bindiği Blue Origin roketinin temiz enerji ile; oksijen ve hidrojen yakıtıyla uzaya yollandığı söylendi ama roketin çıkardığı su buharı ve nitrojen oksit emisyonu da ısınmaya katkı veriyor. Tabii bu uzay turizmi programının yarattığı diğer tüm etkiler de cabası.)

Komplo teorilerine prim vermek, doğruluğu tescillenmemiş, ne idüğü belirsiz kaynaklara inanmak ve başkalarının neyi neden yaptığına bakarak kendine bir pozisyon almaya çalışmak yerine bence herkes dönüp sadece kendine baksın.

Kendi çocukluğundaki dünyaya, doğaya bir de bugüne baksın. Olan her kötü şeyin sonuçlarını kabul edip “Bir şey değişmez, olan bize olur” diye yaşamak yerine, kendi kontrolümüzde olan alana odaklanabilir, bir şeyleri yanlış yaptığımızı kabul edebilir, böylesine dramatik hava olaylarının bizden kaynaklı sorunların sonucu olduğunu anlayarak davranışlarımıza yön verebiliriz.

Bireysel çabalardansa, sorunu asıl yaratan endüstrilerin, devletlerin, şirketlerin çabalaması ve değişmesi gerektiğini bilmeyecek kadar nahif değiliz şüphesiz. Ama şunun da unutulduğunu düşünüyorum; bu yapıların hepsi insanlardan, onların değerlerinden, vicdani sorumluluklarından oluşuyor. Ve değişebilirler. Bir kişinin bir şeye inanması, bir şeyi farklı yapması bir nüvedir, sosyal etki belki hemen verilere yansımaz ama bir kültür oluşturmaya başlar. Hele toplumda göz önünde olan, sözüne, davranışına bakılan kişiler burada çok etkili olabilir. Bu gelişmeyi statükoda yaşamayı sürdürenler hemen anlayamaz, statüko hep sürecek sanılır. Ama bir gün bir de bakarsınız ki, insanlar büyük kitleler halinde dünyayı kirleten şirketlere, kurumlara, politikacılara bayrak açmış.

Geçen hafta yaşanan don olayının elbette hepimizin günlük hayatına olumsuz etkileri olacak. Günlük dertlere yenileri eklenecek, artık şerbetlendik zaten. Ancak biz artık bunun ötesine bakarak, dünyada bir şeylerin çok yanlış gittiğini ve uzun vadede fark yaratacak olanın da ancak tek tek hepimiz olduğunu anlamak zorundayız.

zeytine-neden.jpeg

ZEYTİNE NEDEN DÜŞMANIZ?

Anadolu o kadar özel, o kadar önemli bir coğrafya ki, bazen nasıl olup da burada biz yaşıyoruz diye kendi kendime seviniyorum. Bazen de aynı şeye şaşırıyorum! Zeytin, incir ve nar; mitolojinin, dinlerin, inançların ve tabii ki lezzetin, ekonomik değerin üç kıymetli ağacı. Üçü de burada. Hele hele zeytin; ölmez ağaç diye boşuna denilmiyor. Bir kere hem meyvesi hem yağı çok değerli ve ekonomik değeri çok büyük. Neredeyse tümü Akdeniz havzasında yetiştiği için de son derece bize ait bir meyve ve Türkiye’de gen kaynaklarımız da zengin. Gerek sağlık açısından gerek lezzet açısından da zeytinyağı dünyada yükseldikçe yükselen, tıpkı kahve gibi, sadece belli bölgelerde yetiştiği için de ayrıca özel bir bitki. Peki biz elimizdeki bu ürüne, sürdürülebilir bir gelir kaynağı yaratan zeytine nasıl davranıyoruz?

Bir yanda ülkede don yaşanıp ciddi miktarda meyve elden giderken, ülkenin bu durumdan etkilenmeyen bölgelerindeki ağaçları söküyoruz. Hatay Samandağ’da yaşananlar; kamulaştırma nedeniyle tarlalara dozerlerin girmesi hepimizin vicdanını yaralıyor. İklim krizi bir yandan, ekonomik koşullar bir yandan gıda fiyatlarının başını alıp gittiği bir ortamda konut yapmak için verimli tarım arazilerinin, zeytinliklerin, narenciye bahçelerinin seçilmesi ne kadar akla yakın? Sadece orası da değil, maden sahası açmak için zeytinlik feda edilir, otel yapmak için zeytinlik feda edilir…

Ülke çapında tarımdan kaçıldığı, gençlerin ekip biçmek istemediği, çiftçilerin ortalama yaşının neredeyse 60’a dayandığını söylemekten yazmaktan dilimizde tüy bitti. Tarımı, üretimi, meyveciliği, bağcılığı, bahçeciliği desteklememiz gerekirken bu kadar köstek olmak neden?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esin Sungur Arşivi