
Uğur Ergan
Erzurum’un dağlarına yakışan deniz mavisi
2003 yılında memleketi Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak başlayan akademik kariyerini, geçen yıl Bursa Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi dalında profesörük ünvanı ile taçlandıran İsmail Tetikçi, resimde almak istediği yolun akademik altyapısıyla hesaplaşarak yola çıkmayı tercih eden bir sanatçı.
Öğretim görevlisi olduğu Uludağ Üniversitesi’nde genç kuşak ressamların yetişmesine katkı sağlayan Tetikçi, kendine özgü çalışmalarıyla da son dönemde sanat çevrelerinde aranan isimler arasında yer alıyor.
Tetikçi’nin tuvalin ters yüzüne kendine has tekniğiyle işlediği eserlerinde doğa ve doğanın içinde kaybolmuş, oldukça küçük insan figürü ön plandadır. Sanatçının resmine uzaktan baktığınızda, ilk başta kolay bir yapıt gibi algılasanız da, esere yaklaştıkça kendinizi farklı bir dünya içinde bilinmez bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyorsunuz.
Son dönem eserlerinde farklı renk tonlarıyla geçişler de yapmaya başlayan Tetikçi’nin resimlerinde karşımıza çıkan küçük insan figürü ve resim anlayışıyla ilgili kapsamlı bir değerlendirme yapan Prof. Mehmet Reşat Başar, sanatçının o küçücük figürde kendini aradığı görüşünde. Başar’ın oldukça uzun yazısından özetlediğim metin, Tetikçi’nin eserlerini daha iyi anlayabilmenizi sağlayacaktır:
“Romantik sanatçıların duygusallığıyla, Türk primitiflerinin saflığıyla kompozisyonlarını oluşturan İsmail Tetikçi, doğanın içindeki boşluklarda kendini aramaktadır. Bu arayış onu yaşadığı coğrafyadan doğduğu coğrafyaya, oradan macera aradığı yeni coğrafyalara savurmaktadır adeta. Sanatçı, bir dönem İstanbul gibi dev bir metropolün kalabalığında kendini ararken, bir başka dönem Erzurum’un sonsuz ovasındaki ayazla yüzleşerek kendini bulmaya çalışmıştır. Sanatçının değişen coğrafyasında değişmeyen her zaman bu arayış olmuştur. Yarattığı sonsuzluklar içinde küçücük bir figürle simgelenen bu arayışlar, belirsiz bir zamana doğru devam etmektedir(...)Arayışlar, sürüklemeler, hatta sarsıntılar, sanatçının naif, kendi halinde ve iddiasız duruşundan beklenmeyen şaşırtıcı bir tavır olarak değerlendirilebilir.
Bizi bu değerlendirmeye götüren en önemli referans da Tetikçi’nin kullanmayı tercih ettiği malzemedir. Çocuksu bir çağrışım yapan kuru boya ve pastel gibi malzemelerle yaratılan bu sıra dışı boyutlardaki tuvaller, açmaya çalıştığımız yan anlamın da zenginleşmesini sağlamaktadır. Hafif bir malzeme olan kuru boya ve pastelin son derece büyük boyutlu tuvaller üzerine uygulanması sanatçının kendini arayışındaki masumiyetini ve saflığını da göstermektedir aslında. Bizatihi malzemenin kendisi, ince ince boyanarak resmedilen dağlarda, denizlerde sanatçının ve izleyicinin kendini arayışının temsiliyetine işaret etmektedir. Sanatçı ile bütünleşen bu saflık ve masumiyet, ısrarla ve özenle kullanmayı tercih ettiği renkte, mavide de yansımasını bulmaktadır. Yer yer beyazla hakimiyetini paylaşan, en fazla toprak renkleri içine gizlenmiş turuncularda veya gün batımı ve denizin derinliklerinde izleyiciyi uyaran kırmızı renkler, her zaman kontrollü olarak kullanıldığı izlenimini vermektedir. Ama mavi, illa ki mavi, deniz ve gökyüzüyle değil deneyimlerimizin aksine dağlara, ovalara daha çok yakışmaktadır, Tetikçi ile birlikte. İşte tam da burada sanatçının geçmişe dair saflığının izlerini bulmak çok kolaylaşmaktadır. Denizin mavisini Erzurum’un boz dağlarına yakıştırmayı başaran Tetikçi, doğduğu kenti hiçbir zaman ardında bırakmadığını, her zaman yanında taşıdığını açık bir şekilde göstermektedir. Biriktirdiklerini resminin içeriğini zenginleştirmek için kullanan sanatçı, nereye giderse gitsin, hangi maceraya atılırsa atılsın, kendi coğrafyasının sonsuz boşluğunda, kendi sonsuzluğunu, kendi deryasını doldurmaya çalışmaktadır, resimlerindeki küçücük figürlerin yaptığı gibi.”