
Esin Sungur
Genç çiftçiler aranıyor!
14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü, ülkemizde de dünyada da çiftçiler için buruk geçti. Bir yandan emeklerin karşılığını almanın zorluğu, ekonomik sorunlar bir yandan giderek yaşlanan çiftçi nüfusu… Dünya Ekonomik Forumu, ortalama çiftçi yaşını 55 olarak açıklıyor. Yani tüm dünyada da tıpkı bizde olduğu gibi çiftçiler giderek yaşlanmakta.
Çiftçilerin sayısı azalıp yaşları artarken, dünya nüfusu ise yerinde durmuyor. Önümüzdeki elli yılda toplam dünya nüfusu artmaya devam edecek ve Birleşmiş Milletlere bakarsanız, 2080 civarında 10,3 milyar insanla bir rekora imza atılacak. Hal böyle olunca, bu insanları doyurmanın bir yolunu bulmak gerekecek. Hatta bu yolu bulmak için 2080’e kadar da vaktimiz yok; Dünya Kaynaklar Enstitüsü’ne (WRI) göre 2050 yılında dünyanın üretebileceği gıda miktarı ile gelecekteki talebi karşılamak için gereken miktar arasında %56’lık bir fark oluşacak, bu gıda açığını nasıl kapatacağız?
Bu soru, bu yıl Davos’ta konuşan Dünya Çiftçiler Birliği Başkanı Arnold Puech Pays d'Alissac’a sorulmuş. Önümüzdeki yıllarda gençler için ziraat ve tarımın iş potansiyeli yüksek alanları temsil ettiğini söylüyor. Buradan yola çıkarak üç ana başlık vermiş.
Eğitim, Tarım Alanı, Finans
Gençleri çiftçiliğe yönlendirebilmekte ilk olarak eğitime önem verilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu alana girmek isteyen genç bir insan herhangi bir arka plan bilgiye, deneyime sahip değilse tarım yapması çok güç. Bu bariyeri ortadan kaldırmak için eğitim paketleri ve farklı çiftçi nesillerini bir araya getiren sosyal oluşumlara dikkat çekiyor d'Alissac.
“İkinci olarak elbette tarım alanlarına ulaşabiliyor olmalılar; satın alma veya uzun dönem kiralama opsiyonları olabilir” diyor başkan. Uzun dönem bağlantı kuramayacağı bir toprağa kimse yatırım yapamaz elbette. Son olarak ise, finansmana erişimden söz ediyor ve burada da uygun kredi faizlerinin altını çiziyor. Aileden varlıklı olmayan ancak tarım sektöründe potansiyel gören hangi genç devasa kredi ödemeleri gerektiren bir yatırımı yapar? Gıda üretiminin söz konusu olduğu alanlarda finansmana kolay ve makul şartlarda erişimin de önü açılmalı. Bunlar yapılırsa, çiftçiliğin yeniden gençler için cazip hale gelmesinin yolu da açılabilir diyor Dünya Çiftçiler Birliği Başkanı Arnold Puech Pays d'Alissac. Dikkate alınası, basit ve işe yaraması muhtemel öneriler.
İstanbul karbon nötr hedefine yürüyor
İstanbul’umuz, “karbon nötr” ve “dirençli bir kent” olma yolunda önemli bir kazanımla, AB İklim-Nötr ve Akıllı Şehirler Misyonu’nda öncü şehirlerden biri oldu ve İBB Çevre Koruma ve Kontrol Dairesi Başkanlığı İklim Değişikliği Şube Müdürlüğü tarafından hazırlanan “İklim Şehir Sözleşmesi”nin Avrupa Birliği Komisyonu’nda incelenmesi sonrası, “AB Şehirler Misyonu Etiketi” (EU Mission Label) ödülüne layık görüldü. Bu misyon, şehirlerin yerel ölçekte iklim değişikliğiyle mücadele için hızlı bir dönüşüm sağlamasını hedefliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’un bu hedef doğrultusunda 2050 yılındaki iklim nötr hedefini 2030 yılına çekmeye yönelik çalışmalarını da hızlandırdığını, şehrin iklim-nötr hedeflerine ve yeşil dönüşüm çalışmalarına katkı sağlayacak yeni iş birliklerinin önünü açacağını belirtiyor.
Gastronomi bölümlerinin birbirinden farkı ne?
Geçtiğimiz hafta sonu Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Food Fest kapsamında “Gastronomi Eğitiminde Geleceğe Yönelik Yeni Eğitim Modelleri” panelinde değerli akademisyenlerle sohbet etme fırsatım oldu. Kimi İstanbul’dan, kimi İzmir’den kimi Antalya’dan farklı üniversitelerin gastronomi ve mutfak sanatları bölümlerinin başkanları, öğretim görevlileri ile fikir alışverişi yaptık.
Bugün bu alanda, Türkiye’de iki yüze yakın lisans programı bulunuyor, bu çok yüksek bir sayı. Niteliğe değil niceliğe önem verilerek her mahalleye bir gastronomi ve mutfak sanatları bölümü açalım denilmiş, belli ki. Ama kimisinin mutfağı yok, kimisinin akademik kadrosu eksik, kimisine talep yok.
Sohbetimizden güzel birkaç başlık çıktı; öncelikle tüm hocalarımız gibi ben de niteliğe odaklanmanın önemine inanıyorum. İkinci olarak, farklı bölgelerdeki gastronomi bölümleri neden birbirinden ciddi farklılıklar göstermesin ki? Ege kıyısındaki bir okul deniz ürünleri ve otlara yaklaşımıyla öne çıkarken, Güneydoğu Anadolu’daki bir bağ bölgesinin gastronomi bölümü şarap yapımı konusuna daha odaklı olamaz mı? İstanbul’da saray mutfaklarına, mutfak kültürüne daha fazla eğilirken, başka bir coğrafyada belki bölümün kendi çiftliği, tarlaları, üretim alanları olabilir. Bunlar elbette sadece birer fikir ama temeldeki soru; hepsi birbirinin iyi kötü kopyası olan programlar yerine, bulundukları lokasyona, o kentin veya bölgenin ihtiyacına göre farklı alanlara ağırlık veren, odaklanan ve sektörle, sahayla daha iyi paslaşan gastronomi programlarının mümkün olup olamayacağı.