Göllerimiz ölüyor

Tüm Türkiye’nin adeta sıcaktan kavrulduğu bir haftayı bitiriyoruz. Önümüzdeki haftada termometre biraz daha insaflı görünse de bir yandan sıcak, bir yandan nem, bir yandan fön kıvamındaki rüzgar ve yer yer büyük bir kuraklık, yer yer sellerle yolumuza devam ediyoruz. İstanbul’a haftalardır yağış yok, Ankara’yı ise seller basıyor. Bundan sonra dünya böyle bir yer, bunu bilerek hareket etmemiz lazım.

Tüm bu olup bitenler, aslında hava olaylarına da büyük etkisi olan su kaynaklarına dönüp tekrar tekrar bakmayı da gerektiriyor. Bir yanda denizlerimiz, bir yanda göllerimiz ve tabii ki nehirlerimiz var.

SU POLİTİKASI ŞART

Su havzaları, barajlar, baraj gölleri hepsinin 360 derece bir bakış açısıyla ele alınması gereken bir su politikası, aslında üzerinde konuşulması gereken. Sonda söylenecek olanı baştan söyleyelim; politikasını geliştirmeyi bir yana bırakın, bizim henüz onlarca farklı kamu kuruluşunun farklı nedenlerle ve alanlarda müdahil olsa da kimsenin tam sahibi ve sorumlusu olduğu bir ‘Su Kanunu’muz yok.

Geçtiğimiz ay Mutfak Dostları Derneği olarak düzenlediğimiz “Gıdanın Geleceği” seminer serimizin üçüncü yılında “Hava, Su, Toprak” temasındaki panellerimizde, su konusu özellikle öne çıktı. Bunun nedeni toprakla ilgili bilgimizin daha fazla olması, daha çok okuyor, duyuyor olmamız olabilir.

Diğer yandan tarım üzerinden gıdayla ilişkisi nedeniyle günlük yaşamımızda daha çok yer kaplıyor, toprak. Orman yangınları gibi çok üzücü olaylar nedeniyle de her an takip ettiğimiz bir unsur halini aldı. Hava ise çok görünmez; kötü bir koku alsak, sadece kokuyor sanıyoruz, nefes alırken o bileşenleri ciğerlerimize doldurduğumuzu çoğumuz hiç düşünmüyoruz bile.

Yani toprak çok somut, hava oldukça soyut. Bu ikisi arasında su, musluktan akan, plastik şişede eve giren ve her zaman bulunan bir unsur…

1 LİTRE ŞİŞELENMİŞ SU İÇİN, 17 LİTRE SU!

Ama gerçekten de öyle mi? Panelde Süleyman Demirel Üniversitesi Su Enstitüsü kurucusu, Tarım ve Orman Bakanlığı Su Üst Kurulu üyesi Dr. Erol Kesici hocamızı dinleyince, işin pek de öyle olmadığını, su kaynaklarımıza hiç de iyi bakmadığımızı anladık.

Erol Bey’in söylediğine göre, Türkiye’de 212 doğal gölün 186 tanesi tamamen kurumuş durumda.

Yarın, ‘bunların içine yağmur yağar, tatlı su doldururuz yeniden göl olur’ sanıyorsanız, o iş öyle olmuyor; buralar artık göl olmuyor, sadece su birikintisi oluyor.

Milyonlarca yıl önce oluşmuş ve onca yıldır varlığını devam ettirmiş, bizlere de büyük bir biyoçeşitlilik sunmuş, balığını, suyunu, zengin bir ekosistemi ve bunların yanı sıra da güzelim bir görsel dünyayı sunmuş olan gölleri kimyasal ve diğer atıklarla kirlettik.

Sularının tarım için kullanımıyla, yer altı sularının da çekilmesiyle susuz bıraktık, otçul balıkların yanına etçil balıkları göllere sokarak buradaki yaşamın döngüsünü bozduk, göllerde yağış azlığıyla da beraber su azalırken diplerde çamurlaşma arttıkça arttı.

Şişeleyip içme suyu olarak satmak için de gölleri sömürdük, sömürüyoruz.

Erol Kesici anlatıyor; “Bir litre şişelenmiş su için tam 17 litre su kullanılıyor” diyor.

Buna hangi su kaynağı dayanabilir?

Biz neden musluklarımızdan akan suyu gönül rahatlığı ile içemiyoruz?

Hani bazen yemyeşil bir dere, bir göl görürüz de rengi bize ne kadar güzel, ne kadar pastoral gelir… Oysa bu renk, suda çok yoğunlaşmış bakteriye işaret ediyor. Biz bu göllerin civarında otlayan, bu nehirlerin suyunu içen hayvanların etini yiyoruz, onlarla sulanan sebze meyveleri yiyoruz.

Burada gıda güvenliğinden söz edilebilir mi?

dr-erol-kesici.jpg
Dr. Erol Kesici

SU HAVZALARINA DEVASA SİTELER

Yine su havzalarının civarında yapılaşma, sanayileşme çok önemli diğer bir kirleten.

Son olarak İstanbul’da Sazlıdere baraj gölü havzasını konuşuyoruz; bir su kaynağının olduğu yerde kat kat binalar nasıl çıkabilir? Burada sağlıklı bir sudan söz edilebilir mi?

Diğer yandan su kaynaklarının olduğu alanlarda yapılaşmanın yağmur suyunun toprak geçişkenliğini olumsuz etkilediği de bir gerçek.

“O barajdan İstanbul’a az su geliyor, bir şey olmaz” gibi basit bir mantık, bu devasa kentin karmaşık sorunlarını ve ciddi bir kuraklık ihtimalini göz ardı eden bir bakış açısını ortaya koyuyor.

BARAJLARA YAPILAŞMA TEHDİDİ

Ömerli Barajı, Terkos, Büyükçekmece barajlarının da tümünün çevresinde koruma kurallarına rağmen oluşan yapılaşma, sağlıklı, temiz suya erişimi tehdit ediyor.

Ve işte bütün bunların sonunda göller, bu yıkıma daha fazla dayanamadı.

Isparta’da Beyşehir ve Eğirdir Göllerinden su alan evlerde musluklardan akan kahverengi suyu Dr. Erol Kesici resimleriyle gösterdi; vatandaş “musluklardan kahve akıyor” diye birbirine anlatıyormuş…

Uzun sözün kısası, bugün göllerimizin yüzde 80’ini kaybetmiş durumdayız. Bunun ne kadar büyük bir oran olduğunun farkında mıyız?

Burada farkında mıyız derken, soruyu kamuoyuna soruyorum. Zira su kaynaklarımızdan sorumlu olması gereken kurumlar şüphesiz ki duruma bizden daha hakimdir, zaten bilim insanları bulgularını, araştırmalarını bu kurumlarla paylaşıyorlar.

Fakat Salda Gölü gibi bir hazinenin etrafına rahatça gezilsin diye asfalt döken bir zihniyetle çalışılırsa, göller, nehirler, denizler korunabilir mi, pek sanmıyorum…

O nedenle neleri geri dönüşsüz olarak kaybettiğimizi fark etmemiz ve burada bir zihniyet değişikliğini talep etmemiz gerekiyor.

ekran-goruntusu-2025-07-26-011913.png

NELER YAPMAK GEREKİYOR?

Peki ne yapacağız?

• Bir kere, su kanununun çıkmasını, ama tüm tarafların, bilim insanlarının görüşleri alınarak iyi bir hazırlık sonrası çıkmasını takip edeceğiz. Barajlarla, göllerle, denizlerle, nehirlerle ilgili haberleri izleyecek, bu konularda kamuoyu oluşturacağız.

• Ardından, atık suya yatırım yapılmasını talep edeceğiz. Suyun giderek azaldığı bir ortamda, atık suyu kullanmak zorundayız, bunun başka bir yolu yok. Yerel yönetimlerle merkezi yönetimin bir arada bu konuya eğilmesi kesin bir gereklilik.

• Daha sonra, su tasarrufunun sadece bizim diş fırçalarken suyu açık bırakmamamızla olamayacağını, yüzde 80 civarında tarımda kullanılan suyun, orada tasarruf edilmesi gerektiğini bileceğiz. Tarımda iklimimize ve toprağımıza uygun planlı ürün dikimi ve akıllı sulama şart, vahşi sulama denen toprağın üstünden akıp giden sulamanın kontrollü olması gerektiğini söylemeye devam edeceğiz.

Son sözü yine Dr. Erol Kesici’ye verelim, Kayseri Sultan Sazlığı gibi gerçek bir ekosistem hazinesinin bugün geldiği acıklı hali üzüntüyle anlatırken şunu söyledi:

“Ancak bir insan öldürülünce mi ceza vereceksiniz? Bu da bir katliam. Oradaki börtü, böcek, bizim mayamız, onlar da olmazsa biz de yokuz.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esin Sungur Arşivi