
Uğur Ergan
Kadın bedeni şiddete isyandır
Bu hafta konuğumuz Eskişehir’den, heykele aşık bir kadın sanatçı. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim İş Bölümü’nü bitiren heykeltraş Nimet Eyigün’ün üniversite yıllarında ana dalı resim, yan dalı ise heykelmiş. Ancak Eyigün lisans eğitimini tamamladıktan sonra heykelde yoğunlaşma kararı vermis.
“Ben bir heykeltraşım. Üç boyut ve toprak vazgeçilmezim oldu. Çalışmalarımda, aşk ve tutkularının yanısıra, öfkeleri, bastırılmış duyguları ve iç yaşamıyla kadını ele alıyorum” diyen Nimet Eyigün, şöyle devam ediyor:
“Ellerim kadının duygularını toprağa kazır. Her dokunuşumda, susturulmuş bir çığlık, içe atılmış bir sevinç, bastırılmış bir öfke, özgürlüğe uzanan bir umut belirir. Kadın bedeni yalnızca bir form değil, bir hikayedir. Geçmişin, bugünün ve yarının yankısıdır.”
Sanatında, bir türlü önüne geçilemeyen kadına yönelik şiddete de isyan olduğunu vurgulayan Eyigün, toprağın ışığı ile bunu anlatmaya çalıştığını vurguluyor. Eyigün’ü dinlemeye devam edelim:
“Heykellerim kadınların yaşadıklarını yüzeye çıkarır. Bazen bir ağıt olur, bazen bir başkaldırış, bazen zarif bir sükunet, bazen de fırtınanın tam ortası. Benim işim hissedilmeyeni hissettirmek. Eğilip bükülmeyen, ezilip yok olmayan, kendi varlığını dünyaya haykıran kadınlar, çalışmalarımın ana figürü. Benim için onlar tarih boyunca göz ardı edilenlerin, susturulanların, varlığı yok sayılanların vücut bulmuş hali. Her heykelimde kadınlarım bana ve izleyiciye, ‘Ben buradayım, varlığım senin duygularındır’ diye fısıldar.”
Bir kadın heykeli yaparken, yalnızca biçimi değil, ruhu da yoğurmak gerektiğini düşünen Eyigün’e göre, eller bedeni şekillendirirken, aslında duyguları da biçimlendirir. Parmak uçlarında sevdanın izi kalır, her dokunuşta aşkın yankısı duyulur. Heykelin sadece bir taş veya bronz parçası değil, aşkın ve tutkunun sonsuz bir yankısı olduğunu dile getiren sanatçı, bu tutkunun bir heykelin içinde zamanın ötesine taşındığını düşünüyor. Eyigün eserlerinde aşk ve tutkuya neden ağırlık verdiğini de şöyle ifade ediyor:
“Her heykel bir hikaye anlatır. Aşkın içinde kaybolan bir yüz, tutkuyla gerilmiş bir beden ya da acının izlerini taşıyan bir siluet. Aşkı temsil eden bir kadın heykeli, kimi zaman kollarını gökyüzüne açmış bir figürle, kimi zaman gözlerini kısarak derin bir özlemle bakan bir yüzle hayat bulur. Aşk, kimi zaman bir bakışta gizlidir, kimi zaman dokunuşta. Kadın heykelleri, bu derin duyguyu en saf haliyle yakalar. Parmakların hafifçe birbirine değdiği bir an, yüzünü yana çeviren bir figür ya da sımsıkı kapanmış göz kapaklarıyla içe dönük bir duygu. Rüzgarda savrulan bir beden, hareketin içindeki durgunluk, derin bir nefes gibidir. Heykelin dokusunda bu tutkuyu hissedersin, bazen pürüzsüz mermerin soğuk yüzeyinde, bazen de bronzun sert çizgilerinde.”
Sanatçı çalışmalarında yazının başında belirtildiği gibi kadın olmaktan kaynaklanan farklı duyguları da eserlerine yansıtıyor. Eyigün bu farklılıkları da şöyle sıralıyor:
“Özlem ve Hasret: Gözlerini ufka dikmiş bir kadın figürü, birini bekliyormuş gibi. Belki kaybettiği bir sevgili, belki hiç yaşanmamış bir aşkın düşü; Güç ve Direniş: Heykeldeki güçlü duruş, omuzlarını dik tutan bir kadın figürü. Aşk bazen bir direniştir, kendinden ödün vermemektir; Kırılganlık ve Melankoli: Ellerini yüzüne kapamış, dizlerini kendine çekmiş bir figür. Aşkın içindeki acı, hüznün derinliği.”