Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Medya işleri güçleri

Bir gün Goebbels’le oturuyoruz, yine.

Dedim artık Adolf Hitler’i sormayayım zira ne zaman “A” desem Goebbels’in gözleri cam cam oluyor, buğulanıyor, dokunsan ağlayacak. Nasıl bir adanmışlık, nasıl bir sevda. Sinirim bozuluyor. Bu defa direkt olarak işini sorayım diye düşündüm.

Birer çay söyledim. Goebbels teşekkür etti, “İçeriz valla”, dedi. Dedim, “Abi nasıl geçiyordu bir günün mesela? Anlatsana. Yani, Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’nı kurdun, o kocaman binaya taşındın, peki sonra?” Goebbels, gözlerini camdan dışarı dikti. Hatta daha da uzaklara gitti, zihninde belirenleri dikkatle topluyormuş, düşüncelerini diziyormuş gibi. Öyle, yani. O sırada çaylar geldi, Goebbels fark etmedi bile. Bakışları engin geçmişin ufkunda olduğu halde, başladı konuşmaya; “Wilhelm meydanında, Prens Karl’ın sarayını verdi bana…” Gözleri doldu. Eyvah dedim, yine başlıyor. “Çok özlüyorum onu. Büyük vizyonerdi.”

Birkaç dakikayı mecburen yine Adolf’a ayırdık. O konuştu, ben sustum. Neyse. Bir ara önünde duran çayını fark etti, bir yudum aldı, “Soğumuş bu” dedi. Çaycıya yenisini el işaretiyle söyledim. Döndük geldik, Prens Karl sarayına. Dedi ki, Goebbels; “Saray benim konutumdu aslen. Önce alt kattaki odaları ofis haline getirdim, birkaç güvendiğim arkadaşı ulusal basını takip için seçtim. Sonra uluslararası basını takip etsinler diye yeni arkadaşları seçtim. Sarayın yakınında Amerikalıların oturduğu binalar vardı, onlara ta başta buraları boşaltın dediydik. İki yıl içinde boşalttılar. Böylelikle benim sarayla birleşince gayet güzel oldu. Yeni elemanlar, istihbarat elemanları, davamıza bağlılığını ispat etmiş kadınlar, erkekler…Halkı aydınlatma konusuna yoğunlaşabilirdik yani. Diğer taraftan dört koldan kurmak istediğimiz rejimin propagandasını yaptık. Yıl, 1933, 34, 35… Devam ettik. Harika günlerdi. Coşkuyla, yaratıcılıkla geçen günler… Tarihi yeniden yazdık.” Araya girdim, “Hikâye yazdınız yani”, dedim. Gözlerini üstüme dikti, küçümser bir havayla, “Ne anlattığınla onu nasıl anlattığın arasındaki büyük farkı görmeyenler için, evet. Hikâye yazdık”, dedi.

İkimiz de sustuk. Tanıdığım Goebbels uzun süre suskun kalamazdı. Sabrettim, bekledim. Hatta ben de onun gibi bakışlarımı camdan dışarı attım. Derken, Goebbels ne yaptığını bilen biri edayla başladı anlatmaya… “Her sabah ofistekilerle toplantı yaptım. Her sabah. Hiç şaşmadı. Öne çıkan medya içeriklerini gözden geçirdim. Bir sonraki gün için işlenecek temaları belirledim. Sonra gazeteciler ve haber editörleri için yayınlarında bizim ideolojimiz doğrultusunda hangi mesajlara yer vermeleri gerektiğini yönerge haline getirdim. Ayrıntılı yönergeler. Zaten, o yıl Editörler Yasası diye bir şey çıkarttıydık. Söylediklerimin dışında bir şey yazanları zaman içinde tutukladık. Yasal olarak hepsi bana bağlandı” dedi. Çayından bir yudum alırken, ben sordum; “Gazetecilik bağımsızlığını tamamen ortadan kaldırmış oldun, yani”. “Davamız için gerekliydi”, dedi kestirdi attı.

“Sen Volksempfanger diye bir şey duydun mu?” diye sordu, gülümseyerek. Dedim, “Abi benim Almancam yok ama zamanında millete ucuz radyo dağıttırdığını biliyorum. Onunla ilgili bir şey mi?” “Aynen öyle. Volksempfanger “Halk Alıcısı” demek, dedi. Devam etti, “Kitlelere ulaşmak bu işte çok önemli. Şimdi sizde şu iks mi ne, var ya.. Onun gibi düşün. 1930ların başı. Her eve bir radyo soktun mu, her eve davamızı, ideolojimizi, söylemimizi sokmuş oluyorsun. Hem de günlük hayata sokmuş oluyorsun. Kafalarını karıştırmak için bir araç.”

Geobbels anlatıyor, ben dinliyorum. Dinlerken dinlerken uzaklaşıverdi düşüncelerim. Uzak doğulu bir adamın milattan önce bilmem kaç yılında yazdıkları aklıma geldi, kendi sesim kendi sesime okudu: “Adi ve aşağılık kişilerin iş birliğinden yararlanınız. Halkın kendi içerisinde olan uyuşmazlık ve kavgalarını yayınız.”

Not: Yukarıdaki diyalog hayal ürünüdür. İçinde yer alan bilgiler doğrudur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi