Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

Seks Satar

Merak dediğimiz şey gidip başkasının kapısının ardına, penceresindeki minik aralıktan sızana dayanıyor; hem de öyle/böyle bir iştahla! Kim? Kiminle? Ne yaptı? Nasıl yaptı? Bu sorular toplumun ve algoritmaların dilinde aynı frekansta dolaşıyor. Müziğin ana temasını oluşturan kısmı gibi, dönüyor, geliyor ve “seks satar” diyor.

Neden Satar?

Görünmeyen şey yasaklarla iyice gizlenirse, toplum onu arzuya dönüştürür. Aslında bu bir denge oyunu: Bir yanda normlar diğer yanda merak. Normlar kalınlaştıkça merak incelmiyor, aksine daha keskinleşiyor. Gizli olan, kamusalın ortasına çekildiği anda “ayıp” olmaktan çıkar ve bir gösteriye dönüşür. Gösteri toplumunda utanç bile reytingdir (Guy Debord’un ruhu şad olsun).

Başkasının Aşırılığı

Felsefe ise başka bir yerde durur: Başkalarının özel hayatına bakarken aslında kendimizi seyrediyoruz. Kim olduğumuzu, kim olmak istediğimizi, kim olamayacağımızı… Başkasının düşüşünde rahatlayan, başkasının “aşırılığında” kendine mazeret bulan bir benlik. Mesela, “Ben öyle değilim” deme konforu ahlakın en kolay köşesidir. Zaten, yargı dağıtmak kendini inşa etmekten daha ucuzdur, öyle değil mi?

Sonsuz Akış

Konuya daha yalın bir yerden yaklaşan davranış bilimleri, beyin ödülü sever diyor. Sürpriz, sır, utanç, zevk hepsi aynı devreleri harekete geçiriyor. Haber sitelerinin başlıkları, sözde tartışma programlarının kurguları, bazı YouTuberlar, sosyal medyanın sonsuz akışı bu devrelerle konuşuyorlar: Küçük dozlarda dopamin (hani var ya, beynimizde haz, motivasyon ve tatmin duygularını tetikleyen kimyasalımız) uzun vadede bağımlılık yaratıyor. Biz de buna “ne yapayım, alışkanlık işte” deyip kestirip atıyoruz. Ayrıca, akışkan medya merakımızı mahreme yönlendirdikçe asıl mesele sisleniyor. Oysa kapımızın önünde bir yönetim krizi büyüdükçe büyüyor – ama konuşulan başka şeyler.

Modern hayatta yalnızlaştıkça başkasının hayatına sızmanın yollarını artırdık. Kendi öykülerimizi üretmek yerine başkalarının öykülerine abone olduk. Görmek, bilmek, konuşmak… Hepsi sanki hayata temas etmekmiş gibi. Oysa çoğu zaman yalnızca pencereden bakıyoruz. İçeri girmeye cesaretimiz yok, dışarıda dedikodu yapmaya hevesimiz var ama.

Bakmayalım mı?

İronik olan şu: Özel hayatın metaya dönüşmesi yalnız “gündem yapılan kişileri” tüketmiyor, bizi de tüketiyor. Bir başkasının mahremi bizim dikkatimizin yakıtına dönüşüyor. Dikkat azalınca da geriye yorgunluk kalıyor. Kendi ilişkilerimize, arzularımıza, sınırlarımıza bakacak enerjiyi kaybediyoruz. Daha çok biliyoruz belki, ama daha az anlıyoruz… Bu noktada ahlakçı bir nasihate sığınmak kolay olur. Mesele yalnızca “bakmayalım” demek değil. Asıl mesele neden bakma ihtiyacı duyduğumuzu görmek. Çünkü merak bastırıldığında yeraltına iner; anlaşıldığındaysa “dönüşür”. Kendi kırılganlığımıza bakabildiğimiz ölçüde başkasının mahremine karşı mesafemiz büyür.

Mahremi seyirlik yapanlara değil de yaşamı onarmaya bakan gözlere güç versek… Merakı iyiliğe dönüştürsek…

Yeni Yıl

2026 yılı için gerçekten önemli olanı konuşabilmeyi diliyorum. Kötülükler bir bir sıraya girmişken gündemimiz kamuya mal olmuş kişilerin özel hayatı olmasın. Bırakalım magazin köşeleri, magazin kafalı konuşkanlar boş kalsın. İnsan onuru ucuzlamadığında, işte o gün yeni bir sayfa açmış sayılalım.

Herkese iyi bir yıl diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi