
Boray Acar
Silahlar sustuğunda…
Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim tarihinde Abdullah Öcalan’ı TBMM’de konuşmaya davet etmesiyle başlayan süreç, Öcalan’ın geçtiğimiz hafta yayınlanan video mesajı ve takip eden günlerde de PKK’nın sembolik silah yakma gösterisi ile önemli bir noktaya taşındı.
Bahçeli, başından itibaren sürecin hamiliği rolünü tüm eleştirilere rağmen kararlılıkla sürdürdü.
Özellikle ilk çözüm süreci deneyiminin üstüne -ki o günlerde Bahçeli, sürece muhalif fanatizmi temsil ediyordu- iktidar partisinin tek başına cesaret edemeyeceği bir işin yürütücülüğünü üstlendi. Partisinde şu vakte kadar çatlak bir ses çıkmasa da tabanın eğilimini şimdilik ölçemiyoruz, zaman gösterecek. Ancak, iktidarın imkânları sayesinde toplumsal eğilimleri yönlendirecek güçlü bir iletişim yapıldığını görüyoruz.
Geçtiğimiz haftaya kadar sürecin kenarında kalmaya özen gösteren Tayyip Erdoğan da günler öncesinden ilan edilen konuşması ile sürece dâhil oldu ve sahiplendi.
Şişirildiği kadar hayati bir konuşma olup olmadığı tartışılır.
Çünkü iktidarın dönem stratejisi ortada ve Erdoğan’ın söyleyebilecekleri de kısıtlı.
Çıkıp kapsayıcı politikalardan, demokrasiden, hukuktan, adaletten söz etme şansı yoktu.
Konuşmanın omurgası da Türk, Kürt ve Arap unsurların İslam çatısı altında, ümmet şuuru ile toplanması olarak belirlenmişti. Malazgirt’ten günümüze halkların kardeşliği vurgusu meseleye tarih perspektifinden bakıldığı izlenimi uyandırmayı amaçlıyordu. Erdoğan’ın tarzı itibariyle böylesine tarihi bir sorunun çözümünü merkezine alan çağrısının hamasetsiz olması beklenmezdi, Kudüs ittifakı söylemi de işin bu tarafına hizmet etti. Bu sayede hayalperest İslamcıları heyecanlandırmayı da başardı.
Kürt sorununun bugünlere gelmesinde devletin de kabahatlerinin olduğunun ifade edilmesi önemliydi. Hakkını yemememiz gereken bir nokta var ki, Kürt sorununa en cesurca yaklaşan lider Erdoğan’dır. Dolayısıyla tarihi bir özeleştiri getirilecekse bunu da ancak Erdoğan yapardı ve yaptı. Bir süre öncesine kadar bambaşka şeyler söylemesine takılmıyoruz. Zira Erdoğan’ı tanıyorsak onun manevralarına da alışmış olmalıyız. Konuşmadaki bir diğer vurucu nokta da Erdoğan’ın geçmiş deneyimlerinin de etkisiyle temkini elden bırakmadığını gösterdiği “Sular tersine akmaz, akarsa da gereğini yaparız” sözleriydi. Buradan sadece PKK’nın oyunbozanlık etmesi hâlinde devletin gereğini yapacağı anlamını çıkarmıyoruz. Siyaseten zarar görmesi durumunda oyunu bozan taraf Erdoğan olabilir, bunu artık biliyoruz.
Gelinen noktanın bir pazarlığın veya müzakerenin sonucu olmadığı sözleri karşısında biraz durmak gerekiyor.
Silahların yakılması töreninde, PKK’nın üst düzey yöneticilerinden Bese Hozat konuşmasını; bundan sonra topun devlette olduğunu, gerekli yasal ve anayasal adımların atılması gerektiğini söyleyerek tamamladı. Kişisel görüşü veya beklentisi olmadığı aşikâr… Yani Erdoğan “Bir pazarlık ile bu noktaya gelmedik” diyorsa da bir pazarlığın olduğunu, bundan sonra da kızışacağını anlıyoruz.
Erdoğan; sürecin AKP, MHP ve DEM Parti birlikteliğiyle yürütüleceğini ifade etti. Bundan bir seçim ittifakı anlamı çıkaranlar da oldu ki, DEM Parti hemen “süreç ittifakı” olduğunu açıklama gereği duydu. “Fiiliyatta böyle mi olur?” dersek… Kimse kimseyi kandırmamalı, tarafların beklentilerinin karşılandığı bir zeminde bunun bir seçim ittifakına olmasa da işbirliğine dönüşmesi muhtemeldir. Her ne kadar ülkedeki antidemokratik uygulamalar Kürt halkının seküler kesimini irrite ediyor olsa da Kürt sorununun çözümüne yönelik hassasiyetler ağır basacaktır.
Ulusalcı ve milliyetçi (MHP dışındaki) unsurlar dışında, özellikle CHP süreçten duyduğu memnuniyeti dile getirmesine ve desteklemesine rağmen süreç birlikteliğine dâhil edilmedi. Dâhil edilmemesi bir yana iyice ötekileştirildi. Bu, tamamen dönem stratejisinin bir tezahürü...
Zira Erdoğan’ın, düşmanlaştırma siyasetinin yeni kurbanı CHP.
Kılıçdaroğlu döneminin etkisiz muhalefeti sonrasında yakalanan çıkış yeterince korkutucu oldu. Bir yandan siyasi davalar ile ezdikleri bir partiyi, diğer yandan sürece dahil etmek iktidar açısından rasyonel olmayacaktı.
Erdoğan’ın CHP alerjisi, yandaşlarında farklı hassasiyetleri de tetikledi ve konuşmasındaki İslam vurgusu seküler&muhafazakâr çatışmasını provoke etti. Özellikle muhafazakâr kanadın belli isimleri laisizme, sekülerizme, hatta Atatürk’e olan kinlerini bu sayede kustular. Cumhuriyet’e çamuriyet, heykellere de put diyen, Osmanlı özlemini dile getiren süfliliğin ne kadar aşağılık bir hâl alacağını bu sayede görmüş olduk.
Barışa elbette kimsenin itirazı olamaz. Özellikle anayasal kırmızı çizgilerden ve manevi hassasiyetlerden ödün verilmediği takdirde, bugün itiraz eden unsurlar da sürece destek vereceklerdir. Ancak; antidemokratik uygulamaların dörtnala sürdüğü bir ortamda salt silahların bırakılmış olması toplumsal barış anlamına gelmeyecek, sürecin bir ayağı yine topal kalacaktır.