Yağız Kutay
Paranın Psikolojisi, Algılanamayan Fark
Bazı kitaplar insanı zengin etmez ama düşünme biçimini değiştirir. Morgan Housel’in The Psychology of Money kitabı da onlardan biri. Yazar parayı bir matematik problemi değil, bir zihin problemi olarak anlatıyor. “Finansal başarı zekâ işi değil, davranış işidir,” der. Mesela bu anlatı günümüz ekonomisini anlamak için elimizdeki en sade ama en yıkıcı anahtardır.
Housel’in tüm kitabı basit bir gözlem üzerine kuruludur: “İnsanlar parayla ilgili kararlarını Excel’de değil, mutfak masasında alır.” Asıl mesele, bilgi değil davranıştır. Yatırımı yöneten şey piyasa verisinden ziyade, insanın korkusu, sabrı ve arzularıdır. Bu cümleleri kavradıktan sonra finans dünyasında kimsenin tamamen rasyonel olmadığını anlıyorsunuz. En iyi yatırımcılar bile sadece makul davranan insanlardır.
Housel, şans ile riskin aynı madalyonun iki yüzü olduğunu söyler. Bill Gates’in Microsoft’u kurabilmesi, yalnızca zekânın değil, zamanlama ve koşulların da eseridir. Ama bu denklemin diğer tarafında, aynı dönemde benzer fikirle yola çıkıp başarısız olan binlerce “görünmez girişimci” vardır. Biz sadece kazananları görürüz, kaybedenleri ise tarih “veri hatası” olarak yazar.
“Yeter” Demeyi Bilmeyenlerin Ekonomisi
Kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri “Never Enough” başlığı. Housel’e göre: “Ne kadar kazandığın değil, ne zaman durduğun önemlidir.” Ama çağımızın en büyük problemi sadece finansta geçerli değil tabii ki. Doyum eşiği yok oldu. Kazanan daha çok kazanmak istiyor, tüketen, hep daha fazlasını istiyor. Ekonomi, arz-talep dengesinden önce, tatmin-doyum dengesini kaybetti. Bu psikolojik dengesizlik, zengin olmayı değil, zengin görünmeyi değerli hale getirdi. Zenginlik bir gösteriye dönüştükçe, biz de sınıflar arasındaki farkı seçemez hale geldik.
Bireysel Psikolojiden Toplumsal Algıya
Housel’in odağı, tek tek bireylerin zihinsel sınırları. Oysa bugün bu sınırlar toplum düzeyinde dağılmış durumda. Yani konuştuğumuz şey, artık kişinin yatırım psikolojisinden çok, toplumun algısını yöneten ekonomi.
Enflasyonun uzun süre yüksek seyrettiği toplumlarda insanlar, tıpkı Housel’in anlattığı gibi, “mantıklı” olmaktan vazgeçip “makul” davranmaya başlıyor. Ama o makullük zamanla duygusal uyuşma’ya dönüşüyor. Bir süre sonra artık kimse farkları hissetmiyor, çünkü algı eşiği aşırı uyarılmış durumda.
Algılanamayan Fark Teoremi: Housel’in Teorisinin Makro Versiyonu
Benim ‘Algılanamayan Fark Teoremi’ (AFT) adını verdiğim çerçeve, Housel’in anlattığı bireysel psikolojiyi toplum ölçeğine taşıyor. Mantığı basit: Enflasyonist ortamlarda aynı ürünün (örneğin bir kahvenin) farklı fiyatları, insanların algı eşiğinin altına indiğinde artık fark edilmez; fark edilmediği anda da tüketicinin ekonomik olarak makul davranma ihtimali büyük ölçüde ortadan kalkar. Yani enflasyon sadece alım gücümüzü düşürmez, farkı ayırt etme yetimizi de aşındırır. Bir noktadan sonra tüketici “Bu fiyat çok mu arttı, az mı arttı?” sorusuna bile kayıtsız kalmaya başlar. Fiyat hareketini artık hesaplayarak değil, sadece hissederek takip eder. O his de köreldiğinde, ekonomi rakamlarla değil, reflekslerle yönetilen bir alana dönüşür.
Housel’in “Wealth is what you don’t see” cümlesi de başka bir anlam kazanır. Asıl enflasyon, artık göremediğimiz farktır.
Paranın Ötesi: Gerçeklik Eşiği
Housel kitabın sonunda paranın asıl değerinin “özgürlük” olduğunu söyler. Paranın en sade faydası zamanını nasıl harcayacağına kendin karar verebilmek.
Ama biz bugün başka bir yerdeyiz. Zamanı bırak, gündelik gerçekliği bile kontrol edemiyoruz; fiyatlar, kur, haber akışı sürekli elimizin içinden kayıyor.
Ekonomiler kâğıt üzerindeki rakamlardan değil, insanlar artık farkı hissedemez hâle geldiğinde çöker. Bir toplum fiyatlardaki ve koşullardaki farkı hissedemiyorsa, o çöküş sürecine çoktan girmiş demektir.