Vira vira!

Asıl deniz mevsimi bence Eylül’dür; hava ılık, deniz ılık, akşamları hafif esintili... Okullar açılır, yazlık yerler yaz tatilini sonbaharda yapan bizlere kalır. Zaten yaz boyu sahil kasabalarında, adalarda ağlar tamir edilmiş, motorlar elden geçirilmiştir. 1 Nisan’da balık avı yasağı başladığından bu yana geçen beş koca ay… 1 Eylül’de vira bismillah diyecek balıkçılar için de İstanbullu olmanın birinci kuralını balık takvimini takip etmek sayanlar için de bu tarih başlı başına görkemli bir mevsimin, bir lezzet ve kültür mevsiminin açılışıdır... Şevket Rado, Eşref Saat’te Boğaziçi’ndeki lüfer avını ne de güzel anlatır: “Eylül sonunda sabahın ilk ışıklarıyla beraber, Boğaz'da lüfer kovalamanın tadı bir başka olurdu. Henüz şehir uyanmamışken, martılarla beraber oltaya yüklenmiş bir çinekopun direnişi... İşte gerçek İstanbul budur.”

Bugün o İstanbul yalnızca satırlarda kalmış olsa da sabah serinliğinde oltaya takılan gereğinden küçük boydaki çinekop olsa da, yine de balıkçılık kültürünün yaşaması gerekiyor. Bir yanda denizdeki türler eksilirken bir yandan da kültürel bellek ellerimizden kayıp gidiyor.

İklim değişikliği, denizleri kökten bir biçimde yeniden şekillendiriyor. Sular giderek ısınıyor, plankton dengesi bozuluyor, oksijen seviyeleri düşüyor. İstilacı türler rotalarını kuzeye ya da derin sulara çeviriyor. Kızıldeniz’den neredeyse Marmara’ya dek gelen aslan balığına ne demeli?.. Bu türlerin yerli balıkların yaşam alanlarına birer tehdit olduğunu da unutmayalım. Bakanlığın verileri, geçtiğimiz yılki balıkçılık mahsulünün bir önceki yıla göre %23,3 azaldığını gösteriyor. Endişelenmeyi gerektirecek kadar yüksek bir oran! Diğer yandan Refik Halid’in 1947 yılında Akşam Gazetesi’nde yazdıklarını okuyunca neleri kaybettiğini daha iyi anlıyor insan; “İstanbul için eskiden beri kudret helvası ve selva kuşu – yani embiya kıssalarındaki “men-nü-selva” denilen can kurtarıcı gıda maddeleri – balıktır, gökten yağmaz ve gelmez, deniz yolile önümüzden geçer, çok miktarda avlananları fıkarayı besler; zenginlere de yüksek kaliteli cinsi yarı bir varlık zevki verir. Boğaziçi dünyanın sayılı balık geçitlerinden ve Marmara şöhretli balık yataklarındandır. Rivayet ederler ki bu bölgede yaşıyan balık sayesinde bir şehrin değil, bir küçük devletin bile idaresi mümkündür.”

BU YIL BİZİ NELER BEKLİYOR?

Açıklamalara bakarsanız, bu sonbaharda hamsi ve istavritte görece bir bolluk öngörülüyor. Yazın son günlerinde sardalyada da bir bolluk var; küçük balık sevenlerdenseniz, benim de favorim olan asma yaprağı ızgarada, yanında da iyice ovulmuş kırmızı soğanla gelen sardalyaya doyacağınız günlerdeyiz. Bu yıl palamutta ise geçen seneki gibi bir bolluk beklenmiyor. Kolyoz, kofana sofralardan yok olalı zaten çok oldu - Marmara Adası’nın mükemmel rakı mezesi garosta hala yerini bulan az miktarda kolyozu saymazsak – Lüferin bereketli olup olmayacağı ise şimdilik belirsiz, yarın akşam haberlerinde ilk av gününden bakalım ne bilgiler gelecek fakat öngörü olarak bu yıl bol olmayacağı düşünülüyor, demek ki cep yakacak ve boyutları da bakalım istediğimiz büyüklüklere ulaşabilecek mi?

Evet, yarın bir kez daha balık sezonu açılıyor. Balıkçılar yine, yeniden denize çıkacak. Biz balık sevenlerin de daha uzun yıllar sevdiğimiz lezzetlerin soframızda olmasını istiyorsak, balıkların yetiştiği deniz ortamını; giderek ısınmasıyla, müsilajıyla, plastik kirliliğiyle, çevredeki yapılaşmayla daha yakından izlememiz gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esin Sungur Arşivi